Bana hangi % 50'den yanasın diye sorsan ey talib, derim ki: Birlik ahlakından ayrılma; bölmek çiğlik alametidir, birlemekse kemal.
FARKINDA MIYIZ ?
* Mallarımız arttı,keyfimiz azaldı.
* Daha büyük evlerde ama daha küçük ailelerle yaşıyoruz.
* Konforumuz arttı ama zamanımız daraldı.
* Para kazanmayı öğrendik ama yuva kurmayı beceremedik.
* Çok para harcıyoruz ama az gülüyoruz.
* Varlığımızı arttırdık ama değerimizi yitirdik.
* Az kitap okuyor, çok televizyon izliyoruz.
* Akşam geç yatıyor, sabah yorgun kalkıyoruz.
* Uzmanlıklar arttı ama sorunlar çoğaldı.
* İlaçlar çoğaldı fakat hastalıklar arttı.
* Çok konuşuyor ama az gönül verip bol yalan söylüyoruz.
* Tanıdıklar arttı ama dostlar eksildi.
* Acele etmeyi öğrendik ama sabırlı olmayı asla.
* Atomu parçaladık, ön yargılarımızı yıkamadık.
* Uzaya ulaştık ama kendi iç derinliklerimizden habersiziz.
* Aya kadar gidip dönmeyi biliyoruz ama komşumuza uğramak için üst kata çıkamıyoruz.
* Daha çok plan yapıyor ama daha az sonuç alıyoruz.
HAYATA YILLAR EKLEMİŞİZ AMA YILLARA HAYAT KATAMAMIŞIZ.
FARKINDA MIYIZ ?
SÖYLESENE
Ve tüm bunları diyorum, tüm bu yukarıda anlattıklarımı sessizce izleyenleri...
Ölümleri diyorum. ölümleri, öldürmeleri, öldürülmeleri sessizce izleyenleri...
Tüm bu cinayetler karşısında susanları diyorum.
Çığlık atmayanları.
Yani "ben"i diyorum.
"sen"i...
"o"nu..
yönetemeyen" yönetici"leri diyorum.
idare edemeyen "idareci"leri.
yetmeyeni, güç yetiremeyen(!) "yetkili"leri diyorum.
zulmün kendisini değil, sadece zulmün kendine yapıldığı kadarını göreni...
Evet hepimizi diyorum...
Suretimiz insan olmasına insan da...
Ya siretimiz?
Yani ahlâkımız!..
Söylesene var mı?
http://www.zekaigorgulu.com/?Syf=22&Mkl=734958&pt=ZEKA%C4%B0+G%C3
ŞEHİT EDİLİŞ GÖRÜNTÜLERİ ÜZERİNE
Kanı dökenler, kanı döktürenler, o kan üzerinden hesaplaşacak rakibiyle.
O kanla atacak ateşin içine bu ülkeyi.
O şehit kanını görüp isyan edeceklerle!..
Kanı dökenlerin hedefinde, kanı görüp "coşacaklar" var!
Kanı görüp kendini kaybedecekler!
***
Kanı dökenlere elbette lânet olsun.
döktürenlere de...
kan dökülecek sosyolojiyi tarihsel süreç içinde yaratanlara da.
YAREN'İN YÜZÜNE BAKABİLMEK
11/10/2014
Ey Kürtleri SERHİLDANa çağıranlar!..
ayaklanmaya!..
meydanları ele geçirmeye çağıranlar!..
İki yaşındaki Yaren'i öksüz bırakanlar!..
Nasıl bakacaksınız Yaren'in yüzüne?
Bu ülkenin tüm Yarenlerinin yüzüne...
Ve hangi yüzle...
Ve de kızarmadan o yüzleriniz nasıl "barış" diyeceksiniz...
Ve nasıl alacaksınız ağzınıza "kardeşlik" sözcüğünü...
http://www.zekaigorgulu.com/?Syf=22&Mkl=727845&pt=ZEKA%C4%B0%20G%C3%96RG%C3%9CL%C
3. sınıf öğrencilerinin gündeminde de savaş var.
hayallerinde...
ilkokul öğrencilerinin...
sekiz-dokuz yaşlarındaki çocukların...
Ölüm var...
Ölümler...
Tıpkı "yetişkinler" gibi.
***
Yukarıda füze yüklü uçaklar...
Gökyüzünde...
Uçurtma yerine...
Kuşların yerine.
Uçurtmasız bir gökyüzü...
Kuşsuz...
Güneşsiz...
Ve savaş gemilerinde bombalar...
Tam da denizin ortasında.
Balıksız bir denizin...
***
Çocukların göğü ölüm yağdırıyor.
Denizleri de...
***
Ey biz büyükler!...
Kına yakıp yatabiliriz artık!..
MÜSLÜMANLIĞIN BOĞAZINA DAYANAN BIÇAK : IŞİD
Hazreti İbrahim'in elindeki bıçağı gönderdiği bir koçla insandan hayvana çevirmişti ya Allah, IŞİD bu bıçağı insana geri çevirdi...
kardeşine...
dindaşına...
insana...
insanlığa...
Allah'a inat!..
Allah'la hesaplaşırcasına haşa...
http://www.zekaigorgulu.com/?Syf=22&Mkl=725188&pt=ZEKA%C4%B0%20G%C3%96RG%C3%9CL%C3%9
MEZHEPÇİ FAŞİZM
Bütün mesele, mezhepçi bir faşizmin içinde debelendiğimizin farkında olmayışımızdır.
Aziz İslâm'ın tüm insanlığı içine alan "kuşatıcı"lığının mezhepçi bir ahlâksızlıkla çölleştirildiğini, çölleştirdiğimizi görmüyoruz...
Körüz...
Körleştirdik aklımızı...
idrakimizi...
ve imanımızı...
İslâm'ın peygamberi, Medine'de, yani şehirde, yani medeniyetin şehrinde Yahudilerle ve Hıristiyanlarla "birlikte", "birarada" yaşamanın yollarını ararken bugünkü Müslümanların bir birini boğazlaması sadece mezhepçi bir faşizmle mümkün olabilir.
Yani kendi mezhepçi egosuna tapınmakla...
Ve kendi nefsini tanrılaştırmakla...
KANTİN
Kuyrukta ya da sırada beklemenin çocuklara ait olduğunu düşünüyor olmalı öğrenciler!
"Zayıflar içindi sanki sıra beklemek...
güçsüzler için...
güçlü bir yakını, dayısı olmayanlar için(!)
***
İşimizi "güç" üzerinden görmeyi böyle öğreniyoruz!.. büyüklerimizden!..
yetişkinlerden!..
Haklı olmanın "güçlü olmak" anlamına geldiğini böyle öğretiyoruz çocuklarımıza!
Hem de "okulun" bahçesinde!..
***
Bu yüzden işçisiyle yemek kuyruğuna girmiş patronu bulmak güçtür bu ülkede...
Öğrencisiyle kuyruğa girmiş öğretmeni de...
http://guzelcocuklar.com/?Syf=22&Mkl=413262
Evet, kendinden "farklı" olanla temas etmeyince kendine bir değer biçemiyorsun.
Yanyana gelmeyince göremiyorsun kendini...
"Öteki" olmayınca "aynasız" kalıveriyorsun...
Farkını, farkındalığını farklı olanla yanyana geldiğinde anlıyor insan.
Uzunluğunu, kısalığını bir "öteki" üzerinden anlayabiliyor.
Şişmanlığını ya da zayıflığını da.
***
"Değerler" skalasındaki yerinizi görmek istiyorsanız, skalaya uzaktan bakmalısınız.
Skalada kendinizi ve diğer dizili olanları görmek için...
Sizden üstte ve altta olanları farkedebilmek için.
İlerde ve geri de olanları da...
Kıyas, "öteki"yle "kendin" arasında yapılan bir karşılaştırma.
"Farklı" olanla.
http://www.yesilirmakgazetesi.com/yazi-detay/565/ingilizce-biliyor-musunuz.html
BELKİ ALLAH SİZİN ÇOCUĞUNUZ İÇİN FARKLI BİR ROL YAZDI
Elbette ki Allah insanları tek tip yaratmıyor.
Yani teknolojik bir "kopyala-yapıştır"la çoğaltılmıyoruz.
Yani bir prototip yok.
Aslolan çeşitlilik...
Farklılık...
Her halûkârda...
Muradı böyle...
Yaratıcının...
***
İtiraz var mı?
Haşa...
Ne haddimize...
***
Milyarlarca insan...
Farklı yeteneklerde...
Farklı zekâlarda...
Çeşit çeşit kişiliklerde...
huyda...
ahlâkta...
ve inançta...
Birbirinin "aynı"sı olan yok milyarlarca insanın içinde...
http://www.guzelcocuklar.com/?Syf=22&Mkl=719932&pt=ZEKA%C4%B0%20G%C3%96RG%C3%9CL%C3%9
YEŞİL AMASYA'DAN BETON AMASYA'YA
Tarihi Beyazid Camiinin bahçesindeki kapalı bölümde bir "Minyatür Amasya."
Tarihsel derinliğinde nasıl da mütevazi.
Huzurun, dinginliğin ve sakinliğin yani sükunetin görünmesi, görünür olması, ancak Amasya'nın o görüntüsünde mümkün gibi gelir bana.
Bugünden utanabilmenin vitrinidir yüz yıl öncesinin Amasya'sı.
Şehrin tarihi dokusunun nasıl yok edilebileceğinin resmi.
Yöneticilerin, şehrin "tarihini" yaşatabilme yeteneklerinin turnusol kağıdı.
Bir halkın, yaşadığı kenti nasıl tükettiğinin tanığı.
Bu kentte yaşanmış insan hikayelerinin nasıl unutturulduğunun habercisi.
Yeşil Amasya!...
Neresi yeşil?
Amasya'ya yeşilini veren bağlardan eser kaldı mı?
Hacılar Meydanı bitti bitiyor.
Bahçeleriçi ?
Önceki yeşilinden intikam alırcasına, yeşilsizleştirilen/bahçesizleştirilen mahalle.
Bahçeli Elli Beş Evler'in yeşilini boğan beton bloklar...
Samsun asfaltının (A.Türkeş Bulvarı) alt tarafındaki yeşil bağlar da yok artık.
KARABÖCEKLER
Kadın, tıklım tıklım otobüste çığlık çığlığa.
Halk otobüsünde...
"Susmayı bilecekler. Mecbur muyuz gürültülerini çekmeye? Karaböcekler gibi sardılar her yeri. Müdahale etmek lazım canım. Hadlerini bildirmek gerek. Nereden de buldular Amasya'yı!.. Zaten insan olsalar ülkelerini terkedip gelmezler!.. Yazık, Türkiye elden gidiyor!.."
Son iki cümle zihinsel arka plânı faş ediveriyor ortalık yere...
***
Otobüsün en arka koltuğunda Iraklılar...
Ya da Suriyeli...
Pusmuş kalmışlar!..
Bir kıstırılmışlık duygusu yüzlerinde...
Anlamıyorlar belki söylenileni, ama hakaret edildiğini bal gibi de biliyorlar.
Ücret vererek bindikleri araçta mahsurlar adeta.
Bedelini ödeyerek oturdukları koltuklarda itibarsızlaştırılıveriyorlar...
"Yüksek sesle" konuşmaları hakaret edilmek için yetiyor!..
SEN ÖNCE KENDİNİ ANLAT
"Atatürkçü" olmak mümkündür...
doğaldır...
ve anlaşılabilirdir...
Peki Atatürkçülüğe karşı olmak?
Elbet de karşı olmak da bir o kadar mümkündür.
doğaldır...
ve anlaşılabilirdir...
"Dinsiz" olmanın bir "hak" olduğu dünyada elbette ki Atatürkçü olmamak da bir haktır.
En az Atatürkçü olmak kadar bir haktır...
ve anlaşılabilirdir...
***
Yapmamız gereken şey, "ne olduğumuzu" anlamaktır önce.
Ve devamında anlatabilmektir kendimizi.
Karşındakini, karşıtını, ötekini tarif etmek değil mesele.
Kendini tarif etmek.
Önce kendini anlamak...
Sonra da anlatmak.
ama kendini...
sadece kendini...
Bırak karşıdakini... karşıtını...
Önce sen kendini bir anla ve anlat hele...
Sonra karşındaki senin aynanda anlatmaya başlayacaktır kendini...
http://www.zekaigorgulu.com/?Syf=22&Mkl=715394&pt=ZEKA%C4%B0%20G%C3%96RG%C3%9CL%
NAMAZ BİR FİRARDIR
"Namaz firardır..."
Evet, tam da böyle söylemişti ekranlardaki bayan.
"Namaz bir firardır..."
***
Firar...
Yani kaçış.
Hapsolunmuşluktan kaçış...
Tutukluluktan...
Dünyaya ait "tutku"larımızdan...
"bağ"larımızdan...
"bağımlılık"larımızdan...
Sahip olduklarımıza kölelikten...
Sahip olduklarımızın bize sahip oluşundan...
Yılmaz ÖZDİL diyor ki:
Annaneniz öpülesi elleri parçalanırcasına, ovalaya ovalaya tarhana yaparken, siz, "Aman annane be, boş versene"deyip, marketten hazır çorba alıyordunuz ya...
Annane rahmetli oldu ve siz, o tarhananın tarifini annaneden alıp, bir kenara yazmadınız ya...
İşte o nedenle, siz, genetiği değiştirilmiş organizma yemekten kurtulamazsınız maalesef.
Ne verirlerse onu yiyeceksiniz.
Kız evlat yetiştiriyorsunuz, en iyi okullara gönderiyorsunuz.
Piyano çalıyor, İngilizce konuşuyor, Grammy alanları tek tek biliyor.
Bilmeli.
Ama alt tarafı limon, şeker ve su kullanıp, limonata yapmasını bilmiyor!
Yoğurdu çırpıp, ayran yapamıyor, ayran...
İşte o nedenle, kızınız, genetiği değiştirilmiş meşrubat içmeye mahkum, maalesef torunlarınız da.
Zahmet edip sütlaç yapmadığınız için, kek yapmaya üşendiğiniz için, içinde ne olduğunu bilmediğiniz gofretleri, mısır patlaklarını kemiriyor sizin oğlan!
Hamur tutmayı, şöyle mis gibi ıspanaklı bi börek yapıp, çantasına koymayı bilmediğiniz için, hamburger bağımlısı oldu.
Tahin-pekmezi " köylü işi " vıcık vıcık yağ fışkıran kremaları "modernite" sandığınız için, daha 10 yaşında çocuklarımız balona döndü, yuvarlana yuvarlana yürüyor, tıkanıyor, merdiven çıkamıyor.
Size zor geliyor ama, zor mu evde yoğurt yapmak?
İstanbul'un güneşi müsait değil, anlarım, zor mudur İzmir'de, Antalya'da, Adana'da evde salça yapmak?
Şikayet edip duruyorsun, içine katkı maddesi konuyor, zorla beyazlatılıyor diye...
İster tam buğday unundan, ister çavdardan, hakikaten zor mudur evde ekmek yapmak?
Bütün ailen kabız...
Tonla para verip, abuk sabuk ambalajlı-meyveli saçmalıklardan medet umacağına, niye öğrenmiyorsun kabak tatlısı yapmayı?
Güya, çoluğunu çocuğunu düşünüyorsun, taze taze yesinler diye, pazara gidiyorsun. Eğri büğrü biberlere, doğal olduğu için tuttuğunda ezilen domateslere ağız burun kıvırıyorsun, hormonlu, tornadan çıkmış gibilerini alıyorsun
Ne işe yaradı senin pazara gitmen?
Kocanız da, bu satırları okuyup, size akıl verecek şimdi...
Söyleyin ona, ukalalık etmesin, götürün aktara, hatmi çiçeğiyle zencefili birbirinden ayırt etsin, ondan sonra konuşsun!
Enginar, börülce, radika, cibes pişirmekten haberin yok;
Gazetelerin tiraj almak için uydurduğu uzmanlarından fıldır fıldır brokoli tarifleri öğreniyorsun...
Brüksel lahanası yiyerek mi AB'ye gireceğini sanıyorsun?
Çin'den bal getiriyorlar mesela...
Taaa Arjantin'den, Meksika'dan bal getiriyorlar.
Neymiş efendim, içinde genetiği değiştirilmiş organizma olabilirmiş falan...
İçinde tavuk ibiği, maymun kulağı olmadığına şükredin!
Ben iddia ediyorum; Kaşla göz arasında frankeştayn ürünlere kapıları açan arkadaşlarla,
Amerikan çiftçilerinin avukatı profesörlerimiz, sırf karakovan balına sahip çıksa, Şemdinli'de, Pervari'de terör bile azalır, terör bile...
Uzatmayayım.
Mutfak genetiğimizi kaybettik biz.
Elin adamı, mısırdan, soyadan, domatesten önce beynimizin DNA'sını değiştirdi!
Hurrraaa diye köyden kente göçerken, dışarda tıkınmayı şehirleşme zannettik. Ambalajlı ürün tüketmeyi, zenginleşme zannettik.
Dolayısıyla, ya kafayı değiştirip, özümüze döneceğiz.
Ya da ne verirlerse onu yiyeceğiz.
Yılmaz ÖZDİL
Sendikaların ülkedeki siyasete taraf olmaları işin doğasına aykırıdır.
Olmamalıdır.
Siyaset karşısında bağımsız olmak, sendikacılığın onuru ve haysiyeti olmalıdır.
Zira siyaset, iktidara taşıyan bir araçtır.
Yani devleti yönetmenin, devlet yönetimini ele geçirmenin bir aracı.
Gücü ele geçirmenin...
Gücü ele geçiren siyaset en güçlü "işveren"dir.
İşte tam da burada işverenin "tarafında" olmak bir sendikacılık ayıbıdır.
Varlığını siyaset üzerinden inşa eden her sendika bir gün bu ayıbın içine mutlaka düşecektir.
Zira sendikal mücadele, her zaman işverenin/devletin karşısında konumlayarak vareder kendini.
Şu ya da bu partinin iktidarı "karşısında" kendini konumlandırarak...
Siyasete "biat" eden "her" sendika, biat ettikleri siyaset iktidara geldiğinde o iktidarın "uslu çocuğu" olurlar.
Olmak zorundadırlar.
http://www.zekaigorgulu.com/?Syf=22&Mkl=713805&pt=ZEKA%C4%B0%20G%C3%96RG%C3%9CL%C3%9C&
Hiç kimsenin imtiyazlı olmadığı, peygamberler için bile çizilmiş sınırların olduğu bir sistemde bugün, Müslüman kitlelerin ufkunu kapatan binlerce imtiyazlı/dokunulmaz 'mübarek zat'lar var.
Bireyler her durumda kendi eylemlerinden sorumludurlar, bu eylemlerinin sonuçlarına da katlanacaklardır.
İslam hiçbir şekilde kimi imtiyazlı sayılan/sayılabilen kişi ve grupların tekeli altına alınamaz.
http://www.yenisafak.com.tr/yorum/zihinsel-taslasma-677661#
İNGİLİZCE BİLİYOR MUSUNUZ?
"Değerler" skalasındaki yerinizi görmek istiyorsanız, skalaya uzaktan bakmalısınız.
Skalada kendinizi ve diğer dizili olanları görmek için...
Sizden üstte ve altta olanları farkedebilmek için.
İlerde ve geri de olanları da...
Kıyas, "öteki"yle "kendi"n arasında yapılan bir karşılaştırma.
"Farklı" olanla.
http://www.zekaigorgulu.com/?Syf=22&Mkl=708142&pt=ZEKA%C4%B0%20G%
SEVGİN YOKSA İMAN BAHÇESİNDE İŞİN NE
İnsanlar birbirini sevebildiğinde bedel ödeyebilir.
sevebilmesinin neticesinde vazgeçebilir kendinden...
Kendi haklarından...
Kendi nefsinden...
çıkarlarından...
rahatından...
ve iktidarından...
***
Bu kadar hak gasbının, şişkin egonun, hakaretin, aşağılamanın, "yuh"lamanın olduğu bir ülkede sevgi yeşermez...
Sevginin olmadığı yerde de "mümin" olunamaz.
Ve Müslüman kalınamaz...
YAP-BOZ OYUNU
Şehir, yap-boz oyuncaklar gibi.
Çocuklar yaparlar ve bozarlar...
öğrenmek için...
doğruyu bulmak adına...
güzeli...
estetik olanı...
Maliyetsizdir de...
Ama sadece çocuklar içindir.
Doğaldır ve gereklidir...
***
Problem, günümüz yetişkinlerinin çocuksu yap-boz oyununu şehrin üzerinde "oynamasıdır".
Çocuk kurgular, yapar... ve bozar... daha iyisi için.
Bir adım sonrasını düşünmez çünkü çocuk...
düşünemez...
doğası gereği.
http://www.zekaigorgulu.com/?Syf=22&Mkl=707610&pt=ZEKA%C4%B0%20G%C3%96RG%C
DAVET...
Şunları bir araya toplayayım. Bir güzel muhabbet edelim" diye düşündüm.
Mutfak işinden de anlarım.
Donattım sofrayı.
Bayağı uğraştım.
Hepsinin, ayrı ayrı ne yemekten, ne içmekten hoşlandığını iyi
bilirim.
Bayağı da para gitti.
Birinin yediğini öbürü yemez.
Ötekinin içtiğini beriki içmez.
Dört kişilik sofra kurdum.
Mumları da yaktım.
Bak hepsi, Erick Satie severdi.
Hatırladım.
Müziği de ayarladım.
Geldiler.
20 yaşında ben,
35 yaşımda ben,
40 yaşımda ben ve
Bugünkü ben dördümüz birden.
20 yaşımı, 35 yaşımın karşısına oturttum.
40 yaşımın karşısına da, ben geçtim.
Yirmi yaşım, otuz beş yaşımı tutucu buldu.
Kırk yaşım ikisinin de salak olduğunu söyledi.
Yatıştırayım dedim.
"Sen karışma moruk" dediler. Büyük hır çıktı.
Komşular alttan üstten duvarlara vurdular.
Yirmi yaşım, kırk yaşıma bardak attı.
Evin de içine ettiler.
Bende kabahat.
Ne çağırıyorsun tanımadığın adamları evine ...
CAN YÜCEL
KUR'ANSIZ DİN
Herkes Kur'an okudu ramazanda.
Her ramazanda olduğu gibi.
Evlerde... camilerde... medreselerde... mescidlerde...
Hatimler "indirildi" binlerce...
milyonlarca hatta...
Arapça olarak tabi...
Genellikle Arapça...
Orjinal halinden...
Peki ne anladı okuyanlar?
Ne anladık?
Hangi mesajlarını idrak edebildik Yüce kitabın?
Sahi Kur'an niçin indirilmişti?
http://www.zekaigorgulu.com/?Syf=22&Mkl=705280&pt=ZEKA
ÖLÜM
Çocukluğumda annem ya da babam bazı gecelerde komşunun ağır hastasını beklerdiler başucunda Kur'an okuyarak.
Sabaha kadar... Bazen günlerce... gecelerce...
"Can çekişiyor." derlerdi...
Ölümü hep birlikte beklerlerdi...
Hep birlikte uğurlarlardı ebediyete öleni.
Herkes ölenin ölümüne şahit olurdu.
Korkunç değildi ölüm...
Ortada olandı...
Şahit olunandı her daim...
Normal olandı...
Ölmekte olan yalnız değildi... yalnız da bırakılmazdı...
Islak pamukla su verilirdi ölmekte olanın dudaklarına...
Salâvat getirmesine yardım edilirdi...
Hep birlikte karşılanırdı ölüm...
topluca vedalaşılırdı ölenle ölüm esnasında...
http://www.zekaigorgulu.com/?Syf=22&Mkl=703706&pt=ZEKA%C4%
"Batı"nın, "Batı"lının Müslümanların başına sardığı bir faşizmdir İsrail. Batılıların ateşkes çağrısından maksat, İsrail'in üzerine sıçramış kanları temizlemek için bir moladır sadece.
Fotoğrafı okuyamayıp, Hamas'ın teröründen dem vurmak, dumura uğramış bir zekâyı ima etmiyorsa eğer, tam bir ötekileşmeyi, şahsiyetsizleşmeyi ya da bir kimlik yitimini ima ediyordur.
ONE MİNUTE
One minute!
Evet böyle söylenmişti İsrail cumhurbaşkanı Şimon Peres'e.
One minute!..
"Bir dakika!.." denmişti.
Bir dur bakalım!..
Bir sus!..
Haddini bil!..
***
Sustular mı peki?
Hadlerini bildiler mi?
Ciddiye alındık mı?
Korktular mı bizden?
Kaç dakika bakabileceğiz bu çocuğun gözlerine utanmadan.
Yalvaran, yardım dilenen korku dolu gözlerine...
Gözlerimiz dolmadan nasıl bakacağız...
Boğazımız düğümlenmeden...
Yutkunmadan...
Yutkunamadan..
Bir de bu yavrunun yerine kendi yavrunuzu koyarak bakın resme.
Yani empati yapın...
Hemhal olun bebenin anne-babasıyla...
Elbette Türkiye başbakanının önemli işleri var!
Muhalefet liderlerinin de!..
Gözleri cumhurbaşkanlığı hırsı bürümüş...
İran, Şii imparatorluğunun kuruluşuyla ilgileniyor Sünni katliamlarını destekleyerek...
Ve Sünni Araplar da IŞİD katliamlarıyla kendi dünyalarını inşa ediyorlar....
Esed, iktidarını koruyor muhalif Müslüman katliamlarıyla...
Ve Mısır'da Sisi, cezaevine tıktığı muhaliflerini idam etmekle meşgul...
İsrail de eli boş duracak değil ya. O da "Müslüman öldürme" kampanyasına destek veriyor!..
EY HİTLER!..
Gazze'de, insana/insanlığa/vicdana ait bütün değerlerin yitirildiği, tüketildiği zamanları yaşıyoruz...
Kucaklarda çocuk bedenleri...
cansız...
Sırf o günahsız çocuklar için dünya ayağa kalkmıyorsa eğer, bilin ki insanlık vicdanını kaybetmiştir.
yani insafını...
merhametini...
şefkatini...
İnsaf ve merhamet yeryüzünden çekilmişse, kıyameti beklemek icabeder.
Zira Tanrı'nın adaleti, merhameti, rahmeti, şefkati insanda tecelli eder.
Eğer insan tecelligâh olmaktan çıkmışsa, alemin varlık sebebi de ortadan kalkmış demektir.
Bu hal, alemin "dürülmesi"ne delâlettir.
Ortadan kalkmasına...
Yani kıyamete...
http://www.zekaigorgulu.com/?Syf=22&Mkl=700598&pt=ZEKA%C4%B0%20G%C3%
MEZHEP SAVAŞI DEĞİL ARAP-FARS SAVAŞLARI
(İbrahim KARAGÜL)
Mezhep savaşı korkusuyla baktığımız olay, hep söylediğim gibi, aslında bir Arap-Fars savaşıdır. Arap-İsrail savaşlarından sonra otuz yıldır devam eden ve bütün bölgeyi parçalara ayıran bir Arap-Fars savaşı izliyoruz. Ama nedense bu savaşa ilişkin tek cümle kurmuyoruz. Etnik çatışmalar, mezhep çatışmaları ve işgaller, coğrafyanın her köşesinde kendini hissettiren bu büyük savaşı görmemizi engelliyor.
http://yenisafak.com.tr/yazarlar/IbrahimKaragul/yeni-cephenin-adi-turk-kurt-sunni/54524
IŞİD DEĞİL YENİ 'SÜNNİ' ARAP DEVLETİ PROJESİ..
(İbrahim Karagül)
IŞİD konusunda sadece Türkiye'nin değil, dünyanın da kafası karışık. Ama Türk medyası kadar olaya sığ yaklaşıldığını sanmıyorum.
Öncelikle; Irak'ta bütün örgütlerin eli kanlıdır. Bugün yönetimde olan, meşru seçimlerle gelen siyasi çevreler bile, biraz geçmişine bakınca aynı terör yöntemlerini kullanmış, sivil cinayetlere imza atmış, infazlar gerçekleştirmiş hatta katliamlara katılmış yapılardır. Böyle olunca Irak'ta herkes için bir örgüt ve terör tanımlaması zaten vardır.
http://yenisafak.com.tr/yazarlar/IbrahimKaragul/isid-degil-yeni-sunni-arap-devleti-projesi/54308
GİRDİĞİMİZ KARANLIK ÇAĞDAN ÇIKMAK ZORUNDAYIZ
Kudret yumruğumuzu hep karşıtlarımızın masasına indirmekten kendimize dönemedik bir türlü.
Kendimize bakamadık.
Göremedik kendimizdeki "hastalıklı" imanı!
İslâm'la ilişiği kesilmiş Müslümanlığımızı.
Hep "ötekinin" günahıyla akladık kendimizi.
İslâm coğrafyasında Müslümanlar bir birini boğazlarken, Amerika'nın bilmem ne eyaletindeki zenginlerin manevi yoksunluklarıyla meşgulüz.
Onlar maneviyatsızlıktan intihar ediyormuş...
Tamam... kabul...
Peki biz Müslümanların utanç verici barbarlıklarının nedeni ne?
Hangi güçlü "maneviyat" bize bu vahşeti işletiyor.
Hangi ayetten güç alarak boğazlıyoruz birbirimizi?
Hangi hadisten?
Efendimizin hangi uygulamasından...
Şeytana küfretmekten kendi günahımızı göremez olduk.
Hayır göremez olduk değil. Kendimizi görmeye cesaretimiz yok.
Kendi günahımızı görmeye... eksiğimizi...
Ve şeytanla işbirliğimizi!...
http://www.zekaigorgulu.com/?Syf=22&Mkl=698398&pt=ZEKA%C4%B0%20G%
MODERN SEKÜLER DİNDARLIK
Hani bir elin verdiğini diğer el duymayacaktı!
Ya da sağ elin verdiğini sol el bilmeyecekti!
Verdiğimizi görmeyecektik hani.
Ve göstermeyecektik kimseye.
Söylemeyecektik...
"Unutacaktık" iyiliklerimizi.
Yaptığımız iyilikleri...
Ve başa kakmayacaktık!..
Hatırlamayacaktık...
hatırlatmayacaktık...
O derece gizleyecektik hani!
http://www.zekaigorgulu.com/?Syf=22&Mkl=695326&pt=ZEKA%C4%B0%20G%C3%
"Ben oruçluyum. Benim karşımda yiyip-içme." demek, oruçlu olduğunu "ilân" etmektir cümle aleme.
Bir kibri işaret eder bu.
Üstünlüğünü!..
Tutmayana karşı.
Tutmayanlara...
Oruçsuzlara...
Oysa oruç, bunlardan başka bir şeydir.
Bir hüznün hikâyesidir oruç.
Tevazuun...
Kibrin değil...
***
Dücane CÜNDİOĞLU'nun seslenişiyle bitirelim:
"Bil ki ey talib, Hira'sız din, itikafsız Ramazan olmaz.
Kalabalıkların arasındayken Tanrı'nın seninle ne işi olabilir?
Tanrı konuşmak için yalnız olanları seçer, diye uyarmıştım seni.
İçine çekilmen gereken bir kendiliğin bile yok.
Bir sığınağın.
Bir mağaran.
Tek başına için için ağlayabileceğin bir odan.
Hüznün yok çünkü.
Madem mahzun değilsin ey talib, kendini niçin aç bırakıyorsun?"
http://www.zekaigorgulu.com/?Syf=22&Mkl=548828&pt=ZEKA%C4
BİRAZ EKMEK BİRAZ SU VE BOLCA TEFEKKÜR
Kırk yaşında bir adam...
Çarşıyı, pazarı terk ederek çıkıyor Hira'ya...
İştahı ve şehveti terk ederek...
Ve ailesini...
Yalnız kalmak için...
Tek başına...
Hani denir ki, Allah, konuşmak için yalnız olanı seçer...(1)
tenhada olanı...
Ve Allah tenhada olanı seçti konuşmak için...
Hira'daki yalnızı...
yalnız kulunu...
Muhammed'ini...
***
Hira, kalabalıklardan çekilmektir...
Kendine çekilmek...
Hakikatla temas etmek için...
Yaklaşmak için hakikate...
Sevgiliye...
http://www.zekaigorgulu.com/?Syf=22&Mkl=695060&pt=ZEKA%C4
FESTİVALDEN BİR KAOS YARATMAK
Festival komitesinin başındaki yetkililer keşke kendilerine mutluluk vadeden klimalı makamlarından şöyle dışarı çıkıp "şahsi" araçlarıyla o trafiğin içine dalabilme cesaretini gösterebilselerdi...
Yürüyebilselerdi "tek başlarına"...
Yalnız...
Kilometrelerce uzamış araç kuyruklarının yanı sıra...
Bir hissetselerdi "yaratılan" kaosun gerilimini...
Bir görselerdi karşıya geçemeyen yaşlıyı...
Kucağında çocuğuyla tedirgin anneyi...
Kollarından tutup karşıya geçirmeye kalksalardı ihtiyarı ve kucağında çocuğuyla anneyi...
Dahil olsalardı sokağa...
Sokaktaki hayata...
***
Atatürk Anıtı'na çelenk koyarken "çağdaş" Cumhuriyetten dem vuranlar, hemen anıtın üstündeki ana yolda yaratılan trafik beceriksizliğinin tezahürünü de görebilseydiler keşke...
http://www.zekaigorgulu.com/?Syf=22&Mkl=695019&pt=ZEKA%C4%
HEYECANINI YİTİRMİŞ ÇOCUKLUKLAR
Geride bir yıl daha bıraktık...
SBS'ler...
Denemeler...
Düzey belirlemeler...
Seviye belirlemeler...
Testler... Testler... Testler...
Sorular... Sorular... Sorular...
Seçenekler...
Şıklar...
A... B... C... D...
Netler...
Yanlışlar...
Birinciler...
İkinciler...
Üçüncüler...
Dereceye girenlere:
Aferinler...
Tebrikler...
Ödüller...
Alkışlar...
Birinci, ikinci, üçüncü olamayan üzgün yüzler, dolmuş gözler, bezmiş, yılmış ruhlar...
http://www.zekaigorgulu.com/?Syf=22&Mkl=694627&pt=ZEKA%C4%B0%20G%C3%96RG%C3
BEN OLMAMA HALİ
Kendimiz için yaşıyoruz. Nefsimiz için...
Var etmek için kendimizi, yok ediyoruz...
doğayı...
hayvanı...
Ve insanı...
Kendimizi "ötekinin" ölümü üzerinden üretiyoruz...
Dağlarda, mağaralarda saklanarak silahlarımızla.... bombalarımızla...
Toplarımızla...
bombardıman uçaklarımızla...
Karşılıklı öldürüyoruz birbirimizi.. farklılıklarımız yüzünden...
Allah'ın lûtfu olan farklılıklarımız yüzünden...
Ten rengimiz öldürülme sebebimiz...
etnik kimliğimiz...
dilimiz...
mezhebimiz de...
http://www.zekaigorgulu.com/?Syf=22&Mkl=693297&pt=ZEKA%C4%B0%20G
İSLÂMSIZ MÜSLÜMANLIK
Önce düşmek lâzım demek ki!..
Ayaktaki halimizi özlemek için düşmek...
Kıymetini bilmek için ayakta olmanın...
ayakta kalmanın...
ayakta kalabilmenin...
***
Düştük...
Yerlerdeyiz...
kan revan içinde...
cansız bedenlerimiz her yerde...
parçalanmış...
Öldüren de biziz...
ölen de...
Allah adına!...
"Allahuekber" nidalarıyla!..
Ölenin de öldürenin de ağzında aynı nida:
"Allahuekber!.."
http://www.zekaigorgulu.com/?Syf=22&Mkl=690562&pt=ZEKA%C4%
MÜKEMMEL ANNELER
Pusmuş çocuk kükreyen annenin karşısında.
Küçücük kalmış...
Mini minnacık...
Yok mesabesinde...
Bedenen değil.
Şahsen...
Ve zihnen...
Belki aklen...
Annenin gözünde...
Annesinin...
Tam da gözünün içine sokulurcasına tutulmuş karnenin karşısında.
Karnesinin...
http://www.guzelcocuklar.com/?Syf=22&Mkl=628732
ŞEHR-İ EMİNİ'NE ARZ
Denir ki, "Tanrı idarecilerin ellerine demiri, yüreklerine de cesareti vermiştir."
"Cesaret", halkın yararına olan çalışmaları yapabilme iradesinin sembolü.
Karar verebilmenin...
Harekete geçebilmenin...
İdarecinin eline verilen "demir" de toplumun yararına olan çalışmaları yapabilme "gücü"nü temsil eder.
gücü... iktidarı...
***
Ve yine denir ki, "Tanrı bir de mizanı indirmiştir."
Mizanı... dengeyi... teraziyi...
Nedir bunun hikmeti? Yani mizanın?..
Kimsenin hakkını "zayii" etmeme... ettirmeme...
Kimsenin...
Ne birey karşısında toplumun, ne de toplum karşısında bireyin...
Ne azınlık karşısında çoğunluğun hakkını zayii etme...
Ne de çoğunluk karşısında azınlığın hakkını...
http://www.zekaigorgulu.com/?Syf=22&Mkl=688472&pt=ZEKA%C4
LÜTFEN BU ŞEHRE VE İNSANINA HÜRMET EDİNİZ
Kârın ve faydanın ele geçirdiği insan, kendine ancak bu kadar yabancılaşabilir.
Kâra ve faydaya "tutsak" insan, yaratılışını ancak bu kadar bozabilir.
Yani fıtratını.
Ne demişti Allah:
"Bir ülkeyi helâk etmek istediğimizde, o ülkenin zenginlik sebebiyle şımarmış elebaşılarına (iyilikleri) emrederiz;
Buna rağmen onlar orada kötülük işlerler.
Böylece o ülke, helâke müstahak olur; biz de orayı darmadağın
ederiz."
http://www.zekaigorgulu.com/?Syf=22&Mkl=687006&pt=ZEKA%C4%B
"5 HAZİRAN DÜNYA ÇEVRE GÜNÜ" İLİMİZ AMASYA'DA TÖRENLERLE KUTLANDI!..
TARZAN NİYAZİ
Kışın ortasında, her şeyin, her yerin beyaza kestiği bir günün akşamında iki insan geldi okulumuzun bahçesindeki lojmana.
Akşam karanlığı çöktü çökecek bir vakitte.
50-60 yaşlarında.
Kısa boylu ikisi de...
Paltoların sıkı sıkı sardığı bedenleri oldukça iri ve hantal.
Sarı tiftik kalpakları altındaki başları kocaman.
Ellerinde bond çantalar.
Yüzlerinde “ciddi adam” ifadesi asılı…
Başöğretmen kibrinde…
Küçümseyen…
Ve buyurgan…
http://www.zekaigorgulu.com/?pnum=40&pt=TARZAN%20N%C4%B0YAZ%C4%B0
TRAMPET
Biz çalmaya devam ediyoruz.
Kalabalık, sırtlarını okulun duvarına dayamış birkaç öğretmeni çembere alıyor.
Biz ne çaldığımızı bilmiyoruz. Bakışlarımız, kalabalığı arasında yitip giden öğretmenlerimizi arıyor.
Korkudan titriyoruz.
Bir köy büyüğü yanımıza geliyor:
“Tamam çocuklar, bırakın çalmayı.” diyor, biz duruyoruz.
Öğretmenler, kendini kaybetmiş kalabalığın elinde yitip gidecekken, süngü takmış tam teçhizatlı jandarmalar görünüyor.
İhtişamlı, sert ve seri.
http://www.zekaigorgulu.com/?pnum=29&pt=TRAMPET
KENT VAR!.. MARLBORO VAR!
Şehirlerin ana caddelerinde çocuklar... ana caddelerde ve köşe başlarında...
Ağızlarda bildik nakaratlar.
Kent var, Marlboro var!..
Kent var, Marlboro var!..
Ama tezgâharda Samsun sigarası yok.
Maltepe sigarası da...
Onlar karaborsa!..
Yabancı sigara var!.. Yerli sigara yok!..
Amerika'da üretilen var. Hem de kaçak olarak... Türkiye'de üretilen yok!..
http://www.zekaigorgulu.com/?pnum=47&pt=KENT%20VAR!%20%20MARLBORO%20VAR!Kasabanın içlerine doğru giren eğri büğrü sokaklardaki duvarlarda sloganlar, sloganların yazılış biçimi, harflerin slogan içindeki duruşu, düşmanlığı büyüten bir ima taşıyor sanki.
Çok yerel…
Çok oralı…
Çok o topraklarda üretilmiş…
Çok milliyetçi…
Müsamahasız… katı… düşmanca… kinden beslenen sanki… ve ürkütücü… ve korkutucu…
Duvarlardaki bu kışkırtıcılık, kasabanın akıp giden yaşamında bir karşılık bulamamış gibi.
Kalın duvarların arkasındaki gömülü hayatlardan bir iz yok dışarıya yansıyan…
http://www.zekaigorgulu.com/?pnum=45&pt=HOCAAmasya Mimarlık fakültesi öğrencisi üçü de.
Uzak diyarlarından ülkenin...
Girdikleri mağazada mağaza yetkilisi Amasya'yı beğenip beğenmediklerini soruyor.
Üçünün ağzından da aynı anda, aynı sözcük çıkıyor.
"Hayır!..."
Yüzümüzde gülümsemelerimiz donuyor.
"Neyini beğenmediniz?"
"İnsanını!.."
Utangaç, gözlerimizi kaçırıyoruz gözlerinden genç kızların.
Hafif kızaran yüzümüzü çeviriyoruz yüzlerinden...
Bakamıyoruz...
Ve neden diye sormuyoruz...
soramıyoruz...
cesaret edemiyoruz...
Zira ne söyleyeceklerinden emin değiliz!.
http://www.zekaigorgulu.com/?Syf=22&Mkl=681846&pt=ZEKA%C4%B0%
Ve sendikalar...
İşçilerle ilişkileri, işçi öldükten sonra başlayanlar.
Emekçiler öldüğünde sokaklara dökülenler...
Sloganlarını ölenler üzerinden pişirip servis edenler...
Onca "emekçi" kırılmadan önce, ölümlere mekan olan o ocakların halini eylemlerine konu yapmayanlar, bunun için greve gitmeyenler, iş bırakmayanlar, yani sendikalar, yani "ulusalcı modernist" gençler, ölümlerden sonra sokakları ele geçirmenin provasını yapıyorlar.
Nefretleri galebe çalıyor...
Başbakana olan nefretleri...
Ölenlerin hüznünü paylaşmanın ötesinde onunla hesaplaşmanın imasını taşıyor sloganları...
Onunla...
Yani başbakanla... Her halukârda...
İşverenle değil!
Galebe çalan nefretleri vicdanlarını yok ediyor...
Ölen işçilerden çok, nefret edilen düşman var hedeflerinde...
Madenin önünde acı çekenlerin yanında değiller bir yudum teselli için...
Ve paylaşmak için acılarını...
Ölmüş kocalarını bekleyenlerin yanında değiller...
Ölmüş babalarını bekleyen çocukların yanında...
Ölmüş evlatlarını bekleyen ana-babaların da...
Sokaktalar hepsi ellerinde taşlarıyla, sopalarıyla...
http://www.zekaigorgulu.com/?Syf=22&Mkl=678271&pt=ZEKA%C4%
Soma'yı keşfetmek için ölmek gerekiyormuş demek ki.
Yüzlerce ölünmesi gerekiyormuş farkına varmak için Soma'nın...
Soma'daki madenin...
Boğularak...
Ya da yanarak...
İnsanın...
Madencinin...
***
Soma'ya gitmesi için devletin, kavrulması gerekiyormuş yüreklerin...
Madendeki yetersizliğin anlaşılması için yetimlerin olması, çoğalması gerekiyormuş demek ki...
Yetimlerin...
Öksüzlerin...
Ve dulların...
***
Ve bakabilmesi ölenlerin yüzüne utanmadan ilgililerin...
yetkililerin...
maden sahiplerinin...
sendikaların...
Ve bakabilmek yüzlerine yetim kalanların...
Dulların...
Anne-babaların...
***
Kadermiş!..
Haşa!..
Allah'a iftira olur bu!..
Bu kader niçin Alman maden ocaklarına uğramaz...
Grizu hep bizim madenlerde mi oluşur?
Uğramaz mı hiç Almanya madenlerine?..
Aptallığımızın faturasını Allah'a çıkarmaktır bunun adı...
http://www.zekaigorgulu.com/?Syf=22&Mkl=676978&pt=ZEKA%C4%B0%20G%
'AKLEDEN KALP' MEDENİYETİ (y.kaplan)
Medeniyetin merkezinde kalp vardır:
Akleden kalp.
Kalp atıyorsa, orada hayat vardır ve hayatiyetini sürdürüyor, demektir.
Burada dikkatimizi çekmemiz gereken hakikat şu:
Medeniyetin bir merkezi vardır.
Aklı da, gözü de, ruhu da, sözü de harekete ve hayata geçiren bir merkezi: Kalp.
Kalp, yaratıcı ruhun kaynağıdır.
Vicdanın.
Fıtratın.
Ümmîleşmenin.
Su katılmamışlığın.
Saflığın.
Arı-duruluğun.
Hakikatin yani.
Hakk'ın hakikatinin.
Elbette ki otoriterleşmek, rakipsizleşmekle alâkalı.
Rakipsiz olmakla.
Rakipsiz kalmakla.
Hem "karizma" olarak rakipsizlik...
Hem de "siyaseten..."
***
Suskunluk otoriterleşene cesaret verir.
Eleştirmemek, eleştirememek, eleştirilmemek iştahını artırır "otoriterleşen"in.
***
Hiç kuşkusuz demokratik yollardan işbaşına gelen iktidarlarda da bir otoriterleşme hali olacaktır.
İktidar olmanın doğasında vardır bu.
Her hâlükârda...
ve her iktidarda...
Zira sosyalizm de kendini "işçi diktatörlüğü" olarak tarif eder.
Devrim, iktidarı "zorla" ele geçirmenin adıdır.
ve hatta "kanla..."
Bu yüzden ele geçirilen iktidarın "gönüllü" olarak rakiplere bırakılması, iktidar olmanın doğasında yoktur.
İktidarları otoriterleşmeye götüren en güçlü saik, tek doğrunun "kendisi" olduğuna olan inançtır.
http://www.zekaigorgulu.com/?Syf=22&Mkl=670132
21. Yüzyıl'da emek de yüzbinlerce iğrenç, insanlık dışı imalâthânenin varlık gösterdiği merdiven altı bir dünyâya savrulmuştur.
Arayın da bulun.
Bunun dışında kalan yeni profesyonel dünyâyı ise emek ile açıklamak zordur.
Doğrusu bu olsa olsa, püritanlığın (saflık) çözülüp hedonizmin (hazcılık), kültürel yüzeyselleşmeyle el ele vererek yükselişe geçtiği bir lümpenleşmeyle açıklanabilir.
Yeni orta sınıfları da karakterize eden budur.
1 Mayıs'ın şenlikli ayinlerinde, başlarına baret takmış esas oğlanlar ve kızlar, buharlaşmış işçi sınıfının replikalarıdır (kopyaları).
http://yenisafak.com.tr/yazarlar/SuleymanSeyfiOgun/baretli-kizgin-kucuk-burjuvalar/51642
ÇAĞ SORUNU (y.kaplan)
Bu dünyaya söyleyeceğiniz bir söz yoksa, hem bu dünyada yaşamıyorsunuz hem de yaşamanızın bir anlamı yok, demektir.
Söylediğiniz söz, bütün insanlığa -ve çağlara- 'seslenemiyorsa', ya söylediğiniz söz'de bir sorun var demektir; ya da durduğunuz yer'de.
...
İnsanlığın en temel sorunu, 'çağ' sorunu: Tek bir çağa, tek bir çağın ürettiği, bütün farklı duyarlıkları, algılama ve düşünme biçimlerini yok eden küre ölçeğinde hükmünü icra eden küresel bir ağ'a mahkûm olması yani.
http://yenisafak.com.tr/yazarlar/YusufKaplan/yersiz-ve-dilsiz-bir-cagri-cagini-kurabilir-mi/51592
ERMENİ TEHCİRİ VE ANADOLU MÜSLÜMANLIĞI
Tehcir edilen Ermenilere bir Müslüman yaklaşımı hiç gündeme gelmedi.
Hep "Türkçü" bir duruş üzerinden işlendi olay.
Hep Ermeni tehcirinin haklılığına bir sebep aradı bu "Türkçü" yaklaşım.
İhanetlerine vurgu yapıldı Ermenilerin...
***
Sürgüne çıkarılırken, Ermenilerin, küçük çocuklarını Müslüman komşularına emanet bırakmalarından hiç söz etmedik nedense.
Ve korunmak için din değiştiren, Müslüman olan Ermenileri içlerine alan Müslüman merhametinden de söz etmedik.
Bazı yerel yöneticilerin, Müslümanlığa sığmayacağı gerekçesiyle tehcir kararını uygulamak istemeyişleri de hiç hatırlanmadı.
Öyle ki, tehcir kararını "Müslümanlığa-insanlığa" sığmadığı gerekçesiyle uygulamayan mülki idareciler cezalandırıldı, ölüm cezasına çarptırıldı.
Bu toprakların kadim halkı olan Ermenilerin çocuklarını evlatlık alan, onlara merhamet eden Müslüman vicdanını da hiç hatırlamadık.
Halide Edip'in tehcire gönderilen Ermeni çocuklarını sahiplenişinden de haberdar olamadık.
Osmanlı hükümetine, sürgünde telef olan Ermeni çocukları adına şikâyetlerini de.
http://www.zekaigorgulu.com/?Syf=22&Mkl=671517&pt=ZEKA%
ÜÇ AYLAR!..
Ne güzel değil mi!..
Mübarek gecelerde bal damlıyor ağzımızdan.
Dualar.
Yakarışlar.
Af dilemeler.
Tövbeler.
Ve Mevlid-i Şerifler.
İlahiler...
***
Ve fakat tecavüz edilip öldürülen sabiler ekranlarda…
Çocuklar…
Günahsızlar…
Ve sokak ortasında öldürülen kadınlar kanlar içinde.
Kan revan her yer…
Kan bürümüş gözleri…
Kan içinde insan…
Kanın içinde…
Boğulan…
Ve yok olan…
MEYDANLAR TOPLANMAK İÇİNDİR
Şehrin insanını meydanlara sokmamak, şehrin meydanlarını halka yasaklamak bir ulus devlet refleksidir.
Meydanları sahiplenmektir devlet adına!
İktidar adına!..
Güç adına!..
Jakoben bir tutumdur bu.
Buyurgan...
Ve emredici...
***
Yasaklamak, korkmaktır.
Yasakladıklarından korkmak.
Meydana girmelerini yasakladıklarından.
İşçiden korkmaktır.
Öğrenciden...
Memurdan...
Şehrin insanından.
http://www.zekaigorgulu.com/?Syf=22&Mkl=667085&pt=ZEKA%C4%
MEYDANLAR DOLUSU ÇOCUK
Devlet yoktu bayramda...
Devletin ciddi yüzlü bürokratları...
Mülki amirleri...
Çocuklar bayramlarını onlara "sunmadılar!"
Onlara "arz" da etmediler.
Kendileri için bayram yaptılar.
Kendileri için...
Çocuklukları için.
Kendi çocuklukları için...
Atatürk'ün dediği gibi "Çocuk Bayramı"ydı ne de olsa...
GEÇMİŞLE YÜZLEŞMEDEN OLMAZ
Dünyevi olana ait ideolojiler üzerinden, insana sahici bir değer üretmek mümkün müydü?
Değer neydi ki?
Kişiden kişiye göre değişen miydi?..
Ya da ülkeden ülkeye?
Rejimden rejime..
ideolojiden ideolojiye...
"Düşünebilir" olması mıydı insanı "değerli" kılan yoksa?
Düşünebilir olmak...
Mukayese edebilmek.
Seçebilmek.
Tercihte bulunabilmek.
Yanılmak.
Ve sonucuna katlanmak.
İradesini özgürce kullanabilmesinde ve bedelini göze alabilmesinde miydi "değerli" olmanın sırrı...
http://www.zekaigorgulu.com/?Syf=22&Mkl=666720&pt=ZEKA%C4%B0%
ŞEHRİN GERÇEK SAHİPLERİ
İktidarların sadece kendilerine oy verenleri kucaklaması ilkel, kabileci ya da kavmiyetçi bir duruşu ima eder.
Türkiye'nin meydanlarını dolduranlar, aslında hesaba katılmamanın hıncıyla dolu olanlardır.
İhmal edilmenin, kenara itilmenin, sahip olduklarının ellerinden alınmasının ve "çapulcu"laştırılmanın isyanıdır bu.
Şehirlerin meydanlarını dolduranlardan bir "ihanet içinde olma" hikayesi çıkarmak yakıp yıkıcılığı artıracaktır.
Devletin kendi vatandaşlarının bir kısmını "iç düşman" ilan etmesi, ulus devlet refleksidir.
Sokaklara inmiş on binleri, yüz binleri ajan provokatör ilan etmek, kendine karşı olan herkesi aşağılamak ya da ihanet içinde görmek bir kendini beğenmişlik, bir kendine tapınma halidir. Bir narsizmdir...
***
İnsanların yaşadıkları şehre sahip çıkmaları, "şehirliliğin" bir gereğidir.
Ve ahlâkidir.
Ama o şehri korumak adına yıkmak, yağmalamak da bir o kadar ahlâksızlıktır.
Hoşnutsuzluğumuzu, itirazlarımızı belirtmedeki tavrımızın "evrensel" ahlâktan beslenmesi icabeder.
Ve karşı koyuş hikâyesi, içinde zekâyı barındırmalı. Zekâyı ve ahlâkı dışarıda tutan itirazlar, sahiplerini vandallaştırır.
Çıkışta masum olan hareket, kişiye ve kamuya zarar vermeye başladığında tüm masumiyetini yitirir ve patolojik bir hal alır.
Patolojik durum da "bünyeyi bozar."
Sakatlar...
Ya da öldürür...
http://www.zekaigorgulu.com/?Syf=22&Mkl=666249&pt=ZEKA%
(Bu yazı 10 ay önce Yeşiırmak Gazetesi'nde yayınlanmıştır.)
(i.kılıçarslan)
Bir anlığına 4-5 yaşındaki çocuğunuzu getirin gözünüzün önüne.
Halası ona, gene en sevdiği çörekten yapmış.
Fakat çocuğunuz, arkadaşlarıyla o çöreği paylaşmadan bir tek lokmasını koymuyor ağzına.
Bir baba getirin gözünüzün önüne.
Kızının düğün akşamı, damadı ile kızının ellerini tutup onları odalarına götürüyor.
İkisinin de ellerini avcuna alıp onlara nasihat ediyor.
Bir dede getirin gözünüzün önüne.
Torunu sırtına tırmandı, orada gayet mutlu şekilde 'atçılık' oynuyor diye dakikalarca secdeden doğrulmuyor.
Bir şehrin en ileri gelen insanını getirin gözünüzün önüne. Kuşunun ölümüne çok üzülen bir çocuğa taziyeye gidiyor.
http://yenisafak.com.tr/yazarlar/ismailkilicarslan/ey-ulu-sarikli-yesil-hocalar
"Sarsan" bir söz.
İnsanı kendine getiren...
İnsanı kendine döndüren...
Kendine, kendi içine bakıtan... baktıran...
Ben kimim, dedirten...
***
Korkuyoruz kendimize bakmaya...
Eksiğimizi görmek ağır geliyor nefsimize.
Noksanlıklarımızı görmek...
zaaflarımızı...
Hazmedemiyoruz.
Bayılıyoruz "yanılmaz"ı oynamaya.
Oysa aptallıktır bu...
***
Kendi eksiğini görmeyen bir kibrin sahibiyiz.
Görmeyince bizde eksik olanı, tamamlanamıyoruz.
Tam olamıyoruz...
Olgunlaşamıyoruz...
http://www.zekaigorgulu.com/?Syf=22&Mkl=663834&pt=ZEKA
BASKI KİŞİLİKSİZ YAPAR İNSANI YA DA ANARŞİST
Devam ediyor konuşmacı.
"Düzen" için homojenize olmak gerekir." diyor.
Düzen için...
güvende olmak için...
barışı korumak adına...
***
Homojen...
"Aynı" olma hali...
Farklılık arz etmeme...
Tüm bireylerin aynı özellikleri göstermesi ya da taşıması...
Herkesin laik olması örneğin!..
Herkesin Türk olması...
Çağdaş(!) giyimli olması ya da!..
Operaya gitmesi herkesin...
Senfoni dinlemesi...
***
Herkesin "aynı" olduğu, farklı olmadığı, olamadığı bir dünyada özgürlüğe ihtiyaç var mıdır?
Farklı inanışların, yaşayışların, yaşam biçimlerinin olmadığı bir toplumda demokrasiye dair bir tarih oluşabilir mi?
Demokrasi, farklılıklar içinde bireyin kendini güvende hissetmesini sağlayan durumun adıdır.
CUMHURİYETİN "TERBİYE" EDEMEDİKLERİ -3-
Türk aydınlanması neden kendi fenomenlerini yaratamadı.
Neden Türk Modernleri kendi aralarından bir Türk Beethoven çıkaramadılar...
Bir Türk Shakespeare...
Bir Sebastian Bach...
Goethe ve ya Aristo...
Plâton ya da Jean-Paul Sartre...
***
Cumhuriyet kendi bilincini, kendi aydınlanmasını, kendi fenomenlerini yaratamadı.
Yaratamadı, çünkü cumhuriyetin aydınları birer taklitçiydiler.
"Batılı gibi" giyinmenin, batılı gibi yiyip-içmenin, "batılı gibi" yaşamanın "ilericilik", "çağdaşlık" olduğu vehmine kapıldılar.
Kendi medeniyetlerini yaratacak bir "kendilik"leri yoktu.
Oysa "kendi" olabilmek, "öteki"nden farklılaşarak mümkündü.
Kendisi olanlar, olabilenler, "geçmiş"leri üzerinden varederler kendilerini.
Hafızaları üzerinden...
Tarihleri...
Geçmişleri...
Ve gelenekleri üzerinden.
***
Haksızlık etmeyelim!
Nobel ödüllü bir yazarımız oldu...
"Ulusalcı" aydınların hışmından korunabilmek için Amerika'ya "kaçtı!.."
***
Bu toprakların türkülerini söyleyen Ahmet Kaya'yı da Beyaz Türkler linç ettiler!
Çatal kaşık fırlatarak "Onuncu Yıl Marşı" eşliğinde...
Ülkemizin "aydın"ları tarafından!..
"çağdaş"ları!..
"ilerici"leri!..
http://www.zekaigorgulu.com/?Syf=22&Mkl=662374&pt=ZEKA%C4%
CUMHURİYETİN "TERBİYE" EDEMEDİKLERİ -2-
Ulusalcı aydınlar, "homojen" bir ulus inşa etmek istiyorlar.
Homojen...
Tek tek bireyleri "bir" ve "aynı" olan.
Birbirinden farksız...
Tornadan çıkmış gibi...
Tek tip...
Kolonlanmış...
Kopyala yapıştır!..
***
Herkes Türk...
Farklılıklar tehlike ve tehdit...
***
Lâik... Anti-dindar...
Dindarlık, lâik rejimin baş düşmanı...
***
Pozitivist...
Bilim tek ve biricik gerçeklik!...
Dini eğitim "gerici"liğe çağrı!..
***
Seküler...
Dünyacı...
Öte dünyası olmayan... ahireti...
***
"Çağdaş" giyimli!..
***
Cumhuriyete aşık, Osmanlı'ya düşman...
***
Türk olacaksınız...
Lâik olacaksınız...
Pozitivist olacaksınız...
Çağdaş giyineceksiniz.
Alın size özgürlük!..
çağdaşlık...
hür düşünce!..
Ve ilericilik!..
http://www.zekaigorgulu.com/?Syf=22&Mkl=660212&pt=ZEKA%C4
CUMHURİYETİN "TERBİYE" EDEMEDİKLERİ -1-
Tam bir tipik "Türk aydın" kibridir ortada zuhur eden.
Tam bir "aydın faşizmi!"
Emredici...
Buyurgan...
Üstbenci...
***
Cumhuriyetin "modernleri," içinden çıktıkları medeniyete küfrederek çağdaş olunacağını sandılar.
İçinden çıktıkları medeniyeti aşağılayarak.
Geçmişlerini...
Geleneklerini...
***
Onların gözünde çağdaşlık, geçmişi olmayan bir "şimdi"ydi.
Geçmişi olmayan.
Geleneği...
Tarihi...
Dolayısıyla hafızası...
GÖZÜMÜZÜN ÖNÜNDEKİ GÖRÜNMEYEN
Her gün geçiyorum o viranenin önünden.
Her sabah... alacakaranlıkta... daha kimse kalkmadan sıcak yataklarından...
Önceden apartmanın kömürlüğüymüş orası.
Şimdi ise bir "kimsesizin" belki bir "aklı yitiğin" yaşamaya çalıştığı virane.
Yola bakan cephesinde camı kırık kocaman bir pencere. Eski bir kapı... tam örtülmeyen.. örtülemeyen ve kilitlenemeyen...
Kapının gerisindeki loşlukta, sobanın etrafında ve odanın orasında burasında yığılı toplama kağıtlar, boş koliler... yakıt olarak... yine poşetler, plâstikler odanın her yerinde.
İnsanın içini bulandıran, midesini kaldıran köpükten tabaklar, bulaşık, orada burada.
Pet şişede ne olduğu belirsiz sarı sıvı!..
Ve onca çöplüğün içine gömülmüş, renklerle tarif edilemeyecek bir yatak-yorgan... Tüm renklerin siyahlaştığı ve anlamını yitirdiği renkte...
Yorganın ayakucundan dışarı çıkmış, mosmor kesilmiş iki ayak. Yorganın altında o ayakların sahibi yok sanki.
Belirsiz!..
Ve sonraları o ayakların sahibini gördüm çarşıda.
Buz gibi bir havada, topukları çiğnenmiş ayakkabıların içindeki çıplak ayakları da... soğuktan ya da kirden yine mosmor...
Bir gün o mezbelelikte soğuktan donarak öldüğünü duyarız.
Tek başına...
yalnız...
Ve Müslümanlığımızdan utanır, sokağa çıkamaz hale geliriz.
İşte tam da burada, ölmeden o kimsesiz biçare, aklı yitik; yerel basın, şehzadeleriyle ve evliyalarıyla övünen bu şehrin halkına, unuttuğu kadim değerlerini haykırmalı.
Uyandırmalı halkı uykusundan...
gaflet uykusundan...
ve İslâm'ın uzağına düşmüşlüğünden...
Hergün ava çıkıyoruz!
Gündüz ve gece.
Açık ve gizli.
Sosyal medyaların ağlarındayız artık.
Ağlarda avdayız.
"Facebook"ta...
"Twetter"da...
"You Tube"da...
"Özgürce" takıldık ağlara...
Ağlara takıldık hepimiz.
Avlandık!..
Ağın sahiplerinin gelip bizi yemesini bekliyoruz!
Sinek misali ağlarda celladımız "örümcek"leri bekliyoruz!..
http://www.zekaigorgulu.com/?Syf=22&Mkl=656166&pt=ZEKA%C4
TEK BAŞINA
Geniş evlerde bir aradaydık.
Amcalar... yengeler...
Nineler... dedeler...
Birlikte var olurduk.
Birlikte üretirdik hayatı.
Yalnız doğmazdık...
Yalnız da ölmezdik...
Beraber doğar, beraber ölürdük...
Hastalık mı?..
Yük değildi... Fark edilmezdi hatta...
Torunlar sırayla yedirirdi dedeye, nineye yemeğini. Sıra ne demek!.. Can atardık çocuklaşan nineyi, dedeyi beslemek için...
Büyümüştük hani! Öyle hissederdik yedirdikçe kaşık kaşık yemeği...
Bir gelin yemek yapar, diğeri çamaşırlarını yıkardı...
Dedik ya hayat ortaktı... müşterek...
Apartmanlar aldı elimizden ortak hayatımızı...
bir olma halimizi...
hikayemizi...
***
Anne mutfakta... dizi izliyor...
Baba salonda, tv'de açık oturumlarda!
Çocuklar "odalarında". Tek başlarına!
***
Yalnız doğuyor, yalnız ölüyoruz...
Yalnızlaştık!..
Tek başınayız!..
http://www.zekaigorgulu.com/?Syf=22&Mkl=655241&pt=ZEKA%C4
Rabbim, hayretimizi artır!
GENÇLERİN BİZİM OLMAYAN HALLERİ (II)
Beşinci sınıf öğrencilerime "Apartmanınızın merdivenlerinde yükses sesle konuşursanız ne olur?" diye soruyorum.
"Komşular rahatsız olur." diyorlar.
"Olsunlar!" diyorum.
"Olur mu hiç öğretmenim! Ayıp olur."
Ayıp, "terbiye edici" bir duygu olarak çıkıyor ortaya...
kendiliğinden...
***
"Birinin kalemini çalsanız?"
"Suçtur."
"Ama kimse görmedi çaldığınızı."
"Peki Allah!.."
"Allah görmez mi? "
Bir başka "terbiye edicinin" Allah olduğunu "çocuklar" söylüyorlar.
http://www.zekaigorgulu.com/?Syf=22&Mkl=653253&pt=ZEKA
GENÇLERİMİZİN BİZİM OLMAYAN HALLERİ (I)
Gençlerin sokağı işgal edişleri, sokağın eski sahiplerini rahatsız ediyor.
Sokağın eski sahipleri...
Yaşlılar, yetişkinler, güngörmüşler...
Terbiye edicileri...
Kültür aktarıcıları...
Edep ve haya duygularının aşılayıcıları...
Geleneğin, geleneksel yaşamın muhafızları...
Pusmuş, sinmiş durumda hepsi...
***
Geleneklerimiz, deseniz, "modern yaşam" savunması geliyor karşıdan.
Din, deseniz, "bilimsel akıl, laiklik" itirazı yükseliyor.
Ahlak, deseniz, "özgürlükler var" savunması.
Edep, haya, deseniz, "hangi çağda yaşıyoruz" gülümsemesi suratlarda, müstehzi...
***
Peki, ne durduracak bizi?..
Kim terbiye edecek yeni nesilleri?..
Ya da hangi eğitim sistemi?..
http://www.zekaigorgulu.com/?Syf=22&Mkl=653246&pt=ZEKA%C4%B0%20G%
MAVİ ALAY
Ruslara teslim edilecekleri haberi üzerine kadınlar çocuklarının ellerinden tutup, Drau Nehrinin azgın sularına bırakırlar kendilerini.
Onların ardından aileler gruplar halinde ve dualar eşliğinde nehrin girdaplı sularına atlarlar.
Bir hafta içinde 7000 Kırım Türkü'nün 3000'i bu şekilde intihar eder.
***
Sağ kalanlar trenlere bindirilerek yola çıkarılırlar. Havalandırma pencereleri tahtalarla kapatılmış olarak.
Esir Kırım Türkleri'nin Türkiye üzerinden Rusya'ya götürülecekleri haberi sevince boğar herkesi. Türk topraklarına girince Türk yetkililer tarafından kurtarılacaklarına inandılar.
Tren Doğu Anadolu'da ilerledikçe esirlerin ümitleri önce şüpheye dönüştü, sonra panik başladı.
Vagonlara muhafız olarak konulan Türk askerlerden kendilerini vurmalarını isteyenlerin sayısı giderek arttı.
Subaylar Ankara'dan gelen kesin emirle vicdanları arasında zorlanıyorlar, çaresizlik içinde kıvranıyorlar.
Kars'a ulaşıldığında esirler, "Bizi Ruslar öldüreceğine siz vurun" diye son kez yalvar yakar olurlar Türk subaylara.
http://www.zekaigorgulu.com/?Syf=22&Mkl=653236&pt=ZEKA%
İSA ÇOLAKER HOCAMA
Çoğumuz Mevlana'yı Elif ŞAFAK'ın "AŞK" kitabından "öğrendik."
Hani şu Mevlana'yı ve Şemsi anlatan AŞK romanından...
Bence çarpıcı bir kitaptı.
Okuyanı Mevlana'ya yaklaştıran...
Mevlana'dan haberdar eden...
temas ettiren...
Hissettiren Mevlana'yı...
Ve Mevlana'daki aşkı...
Aşk üzerinden Allah'a yaptığı yolculuğu.
Aşkla nefsini nasıl yerle yeksan ettiğini.
"Ben"e düşmanlığını...
"Ben"i, "sen"de yitirişini.
http://www.zekaigorgulu.com/?Syf=22&Mkl=650246&pt=ZEKA%
NEFRET GALEBE ÇALDI
Berkin ELVAN...
Ve ardından Burakcan KARAMANOĞLU...
İki "çocuk..."
İki "genç..."
İki can...
İki ana kuzusu...
Analarının biricikleri ikisi de...
Babalarının da...
Ve bu toprakların iki evladı...
İki umudu...
Artık yoklar.
Kardeş kavgasında katledildiler.
http://www.zekaigorgulu.com/?Syf=22&Mkl=649490&pt=ZEKA
VE ÇOCUK SUSUYOR
Irmağın kenarında önüm sıra giden anne susturamadığı çocuğunun ağzına çarpıyor şamarı.
Çocuk uğunuyor...
Nefessiz ve sessiz kalıyor...
Daha bir kaç gün önce hem de...
"İletişim" çağında...
İnsan zekasının ve aklının pik yaptığı bir zamanda...
Kadına şiddeti lanetleyen annelerin Atatürk Anıtı'na çelenk koyduğu günlerde...
Ve çocuk susuyor!..
Annesinden yediği şamarın acısını yıllar sonra hanımından çıkarmak üzere belki!..
http://www.zekaigorgulu.com/?Syf=22&Mkl=647250&pt=
BİZİM PARTİ GÜL DAĞITIR HOLLANDA'DA
Bu toprakların irfanından uzak bir hal herkeste.
Hepimizde...
Mevlana sevgisinden eser yok.
Hacı Bektaş hiç yaşamamış sanki.
***
Mâbete hürmet vardı.
Mehter susardı mabet mahallinde.
Tekkelerin ya da türbelerin yanından geçerken.
Okulların önünden geçerken de...
***
Yasemin Çegerek... Hollanda'da İşçi Partisi milletvekili.
"Bizim partimiz gül dağıtır Hollanda'da. Türkiye'de olduğu gibi seçim otobüsleriyle gürültülü propaganda yapamazsınız." diyor. "Sesten rahatsız oluyoruz, diye vatandaşlar şikâyetçi olur."
Seçmene gül...
Gül...
Efendimiz'e duyulan sevginin remzi... işareti... simgesi...
Ve saygının...
Batılı zihin, gülü, doğulu zihin de gürültüyü tercih ediyor.
Gül ve gürültü.
Birinde duygu, diğerinde nara...
İki farklı algının tezahürü.
İki farklı medeniyetin kendini ifade ediş şekli.
http://www.zekaigorgulu.com/?Syf=22&Mkl=644489&pt=
KİMLİK ÇÜRÜMESİ
(a.müftüoğlu)
Hiçbir cemaat, hiçbir cemaat lideri, yazar/düşünür/alim /fakih/şeyh vb. hiç bir gerekçeyle eleştiriden muaf tutulamaz.
Herhangi bir cemaat liderini, yazarı, düşünürü, alim ya da fakihi eserleri veya hizmetleri sebebiyle kutsallaştırmak düpedüz büyük bir putperestliktir.
Bu tür bir putperestlik, bugün İslam toplumlarında çok yaygın hale gelmiştir.
Bütün putperestlikler Müslüman zihinleri taşlaştırmaktadır.
Her yazar/düşünür/alim ancak kendi çağına, kendi çağının insanına hitap edebilir.
Hiç kimse daha sonraki çağlara hitap edemez.
Bizler geçmişte yazılan eserleri ve bunların müelliflerini geçmişi anlamak için okuruz, bugünü biçimlendirmek için değil.
http://www.zekaigorgulu.com/?pnum=46&pt=K%C4%B0ML%C4%B0KLER%C4%B0N
İRADEYİ TESLİM ETMEK VE ŞAHSİYETİN YİTİMİ
Lisenin etrafındaki sokaklarda gençler... öğrenciler...
Sigara içme sarasına tutulmuş gibiler.
Kızlı erkekli...
Ağızlardan çıkan dumanın içinde belirsiz, silik yüzler.
Dumanlı kafalar.
Karbondioksitli nefesler.
***
Baktığını görmeyen donmuş bakışlarla bir genç.
Sokağın kuytuluğunda...
Hareketsiz...
Ne geçmişi var zihninde, ne umut edebileceği bir geleceği.
Ve ne de bir "şimdi"si...
Yok...
Bedenen var sadece...
Cismen...
Ya ruhen?
Yok...
Ruhu yok...
Şahsiyeti de.
http://www.zekaigorgulu.com/?Syf=22&Mkl=641547&pt=
EY AHLÂK NEREDESİN
Bir ilkesi yok artık siyasetin.
Siyasetçinin.
Siyasetçilerin.
Bir ilkesi yok...
Bir felsefesi...
İdeolojisi...
Haysiyeti de...
Ve ahlâkı.
Ve erdemi...
***
Hiç olmamıştı da zaten.
Yarım asrı aşan ömrümde siyasetin "ilkeler" üzerinden yapıldığına, siyasetin "ilkeleri" tartıştığına şahit olmadım.
Siyasetin konusu olmadı ahlâk...
Bilgi, bilim.
Ve erdem...
Hiç tartışmadık bunları.
Tartışamadık...
Hep uzağında kaldık...
http://www.zekaigorgulu.com/?Syf=22&Mkl=639410&pt=
BIRAK KALBİN O KALBE SECDE ETSİN
Ey talib, asıl marifet kalbin secdesidir, âzaların secdesinden maksad da kalbi secdeye davettir.
Nedir secde, diye soruyorsun.
Bir kere daha söyleyeyim: Secde hiç olmaktır, hiçleşmektir.
Hiçleşmek ise, aslâ bir daha kalkamayacağın bir biçimde yüz sürmektir toprağa!
Sen bu secdenin izini, alınlarda değil, kalplerde ara!
Eğer bir kalpte bu türden bir secdenin izini buluyorsan, hiç tereddüt etme, yüz süreceğin toprağı bulmuşsun demektir.
O hâldeyken bırak kalbin o kalbe secde etsin!
http://ducanecundioglusimurggrubu.blogspot.com.tr/2013/03/birak-kalbin-o-kalbe-secde-etsin.html
BASTIRILANIN GERİ DÖNÜŞÜ
08/03/2013
"Bastırılan herşey geri döner." der Bejan Matur.
Cumhuriyeti kuranların "Türkçü" uluslaşma ideolojisi, "Kürtlüğü" bastırmış ve bu bastırılma "Kürtçülük" olarak geri hortlamıştır.
Türkçü ve Kürtçü uluslaşma, birbirini var eden, biri diğerinin varlık sebebi olan bir diyalektik çatışmaya, retleşmeye dönüşmüştür.
Türkiye 30-40 yıldır bu iki cephenin savaşını yaşamaktadır.
***
Devletin Kürtleri "muhatap" alma fikri, ülkede yeni bir "ihanet" tarifi ortaya koymuştur.
***
Muhatap almak...
Karşıdakini "dikkate" almak. "Hesaba" katmak onu.
Evet... "düşman"ı muhatap almak bir ihanet için yeterli artık!..
Oysa atalarımız ne çok savaş yaptılar ve ne çok düşmanlarını "muhatap" alarak barış masasına oturdular.
Kaçınılmaz olarak...
Zira barış, savaşanlar arasında olur...
http://www.zekaigorgulu.com/?Syf=22&Mkl=493411
KAHROLSUN BENDEN ÇOK ÇALANLAR
Pazarda müşteri soruyor tezgâhın başındaki satıcıya:
"Domateslerin altı da üstü gibi mi?!"
Bir ima bu.
Daha önce poşetlerin altına "çaktırmadan" konulmuş ezik ya da çürük domateslerin iması!..
Aptal yerine konuluşunun...
Aldatılmışlığının...
Parasının "çalınması"nın...
Defalarca hem de.
Değişik tezgâhlarda...
Pazarlarda...
***
Belediyenin, sokağın başına yol düzenlemesi için yığdığı taşları akşam karanlığında "bahçesine" çekiyor bir vatandaş el arabasıyla.
Kendinin olmayanı.
Kendine ait olmayanı.
Tüyü bitmemiş yetimin hakkı olanı...
http://www.zekaigorgulu.com/?Syf=22&Mkl=634452&pt=
A'RAFTAYIM
A'raftayım.
A'rafta
Arada...
Aralıkta.
Ateşin ortasında...
Ateşi çıkaranların...
Ve çoğaltanların...
Taraf olmak, ateşi büyütmek demek.
Odun taşımak ateşe, söndürmek gerekirken.
***
Bir "yanan" var yangında.
Bir de "yakan..."
"Yanan" kim?
"Yakan" kim?
Bilen varsa beri gelsin.
Anlatsın hele kimdir yanan, kimdir yakan.
Yanan niçin yanmakta?
Yakan niçin yakmakta?
Bir anlatsın hele...
http://www.zekaigorgulu.com/?Syf=22&Mkl=629402&pt=
İŞTE İNSAN
http://ducanecundioglusimurggrubu.blogspot.com.tr/2012/12/iste-insan.html
MÜKEMMEL ANNELER!..
Pusmuş çocuk kükreyen annenin karşısında.
Küçücük kalmış...
Mini minnacık...
Yok mesabesinde...
Bedenen değil.
Şahsen...
Ve zihnen...
Belki aklen...
Annenin gözünde...
Annesinin...
Tam da gözünün içine sokulurcasına tutulmuş karnenin karşısında.
Karnesinin...
http://www.guzelcocuklar.com/?Syf=22&Mkl=628732&pt=
SÖYLEŞİ
Her zafer biraz hasar ister.
Emek ve inanç.
Niyazi Mısrî ile Kafka veya Yunus Emre ile Van Gogh arasında ayrıma gerek kalmayan bir mertebe vardır.
Hem Doğu’nun, hem Batı’nın Rabbi olan Allah’a kulluk edenlerin bu mertebeyi idrak etmeleri hiç de zor değildir.
“Alemlerin Rabbi”ne yönelenlerin mertebesi ise, ne Doğu ne Batı mertebesidir.
Saf tevhid makamı.
Hz. İnsan’ın makamı.
İnsanı insanla tevil etmenin makamı.
http://haber.stargazete.com/pazar/kesim-kesim-diyerek-kesiyorlar/haber-710386
AYNILAŞMA
Herkesin "aynı" olduğu, farklı olmadığı, olamadığı bir dünyada özgürlüğe ihtiyaç var mıdır?
Farklı inanışların, yaşayışların, yaşam biçimlerinin olmadığı bir toplumda demokrasiye dair bir tarih oluşabilir mi?
Demokrasi, farklılıklar içinde bireyin kendini güvende hissetmesini sağlayan durumun adıdır.
***
"Yaratıldığı" hal üzerinden yaşamak, yaratıldığı renk, dil, din üzerinden var etmek kendini...
Allah'ın bahşettiği "hal"i korumak bireysel bir "hak", Yaratıcı'ya karşı da bir "görev" olarak durmaktadır insanın önünde.
Kainattaki karmaşaymış gibi duran halden, arzın üzerindeki çeşitlilikten, farklılıklardan, zıtlıklardan çelişkilerden yaratılmış bir ahenk, "varlığın birliğine" götürür insanı.
Varlığı, var olmayı, hayatı mümkün kılandır farklılıklar, zıtlıklar ve çelişkiler.
İnsanların bu bağlamda, farklılıklar, çelişkiler ve zıtlıklar üzerinden bir yaşam ahengi üretmeleri beklenir.
"Aynılaşarak" değil, farklılıklarını koruyarak bir ahenk yaratmak, insanın önündeki en büyük problemdir.
http://www.zekaigorgulu.com/?Syf=22&Mkl=371413
AMASYA
Nefes alacak mekânları da yok bu şehrin.
Sığınabileceğimiz bir parkı.
Parkları...
Koyu gölgelikleri olan.
Piknik yapılabilecek.
Yürüyebileceğimiz.
Çocuklarımızın koşup oynayabileceği.
Bisiklet sürebileceği.
Parklar çıplak.
Bir kaç süs bitkisi.
Birkaç havuzcuk!
***
Parklarda inşaatlar.
Parkları azaltan.
Yok eden.
Parklarda kapalı ticarethaneler!
Halkın değil artık parklar.
http://www.zekaigorgulu.com/?Syf=22&Mkl=624445&pt=
OLAN BİTENİN KISA BİR ANALİZİ
Parti de Cemaat de Türkiye'de devrimi gerçekleştiren ortaklardır.
Devrim sonrası iç savaştır yaşanan.
Cemaat zaten Parti'nin içindeydi. Buna şahit, Parti çatısının bugüne kadar Cemaat'i hep himaye etmiş olması ve Cemaat yapısının da neredeyse Parti'den daha çok Parti için çalışmış olmasıdır.
Aslında iki taraf da birbirleri için çalışırken devrim için çalıştı.
Devrim oldu ve kumanda odasına girenler her şeyin mi yoksa bazı şeylerin mi paylaşılması gerektiği konusunda anlaşamadılar.
Biri acımasızca her yere girmek isterken, diğeri bunalıp artık onu her yerden çıkartmaya karar verdi.
Yani Parti Cemaat'in belki de daha büyük bir rol oynadığı devrimin ganimetini kurumsal vitrinde olmanın kolaycılığıyla toplamış bulunuyor.
Yani şu an Parti'nin elinde olan devlet aslında eşit ölçüde Cemaat'e de ait olmalıdır.
Şimdi yollar ayrışınca Cemaat'i neredeyse illegal bir gizlilikle, Parti'yi de resmî devlet ile özdeşleştirmek dürüst bir yaklaşım değil.
Bu çatışma devlet ve paralel devlet çatışması değil, bir ve tek devletin en az iki yeni sahibi arasında süren paylaşım kavgasıdır.'
http://yenisafak.com.tr/yorum-haber/olan-bitenin-kisa-bir-analizi-16.1.2014%20-607799
YAZIK
Brand Finance ve The Banker dergisi işbirliği ile yayınlanan 'Dünyanın En Değerli Banka Markaları' araştırmasının sonuçlarına göre ilk 500 şirket arasında 138. sıraya yerleşen Halk Bankası 'sürpriz' şekilde JP. Morgan tarafından Top 10 listesinden çıkarılıyor.
Ne tesadüftür ki, Irak Kürt Bölgesel Yönetimi'nin (IIKBY) petrol gelirlerinin Halkbank yerine, JP. Morgan'a yatırmaya karar vermesi ile aynı anda gerçekleşiyor bu durum. FED ve JP. Morgan'ın devreye girmesi ile Türkiye en az 11.5 milyar dolarlık başlangıç zararını bilançoya yazılıyor.
Öte yandan Yeni Şafak'ın dünkü bir haberine göre Kuzey Irak'la petrol anlaşması yapan Türkiye'yi by pass edecek şekilde enerji hatlarını yeniden şekillendirmek için düğmeye basılmış durumda.
Bağdat, Türkiye'yi merkeze alarak planladığı yeni petrol boru hatları için rotayı Suriye ve İsrail'e çevirme baskısı altında.
Çok üzücü... Bu paralar, çocuklarımız ve Yeni Türkiye için kullanılmak yerine, kursağımızdan çekilip alınıyor.
http://yenisafak.com.tr/yazarlar/MarkarEsayan/bu-kayiplarin-bir-anlami-olmali/48542
TEFEKKÜRSÜZ MÜSLÜMANLIK
Evet hiç kuşkusuz Türkiye Müslümanları da dünya Müslümanlarından bağımsız değil.
Refleksler aynı:
Kendine tapınma...
Kendine...
İdeolojisine...
Cemaatine...
Mezhebine...
Partisine...
Ve iktidarına..
http://www.zekaigorgulu.com/?Syf=22&Mkl=617550&pt=
AHLÂK DEVRİMCİDİR
Demek ki sadece ahlakın değil; kötülüğün, zulmün kaynağı da içimizde ve ahlakın devrimci girişimi, dünyaya nizam vermeden önce kendi iç dünyamızı dönüştürüp arındırmak durumunda.
Kendimizi dönüştürmeden, olgunlaştırmadan âleme nizam vermeye kalkmamız boşa gayret!
http://yenisafak.com.tr/yazarlar/ErolG%C3%B6ka/ahlak-devrimcidir
UTANMAK
Utanmak...
Bakamamak hali.
Göz göze gelememe...
Yanındakiyle...
Yanıbaşındakiyle...
Anne-babanın yüzüne bakamama...
Kardeşlerinin...
Eşinin...
Ve çocuklarının...
Ve eşin dostun...
Ve cümle alemin...
Hele de Allah'ın...
***
Utanmak...
Bir ateş basma hali yüze...
Ve ateşten kızarma hali yüzün...
O nedenledir kameraların önünde yüzlerin kapatılması...
Yüzlerin gizlenmesi...
Ateş basmış, kızarmış yüzlerin...
Ne ilginç değil mi insanın karakterinin "yüz"ünde zuhur etmesi...
"İçi"nin yüzüne yansıması...
http://www.zekaigorgulu.com/?Syf=22&Mkl=616098&pt=
TESLİM ALINMAK YA DA YAŞASIN FAŞİZMİMİZ
"Öteki"yle birlikte "sen" ve "ben" kalarak yaşamaya cesaretimiz yok.
Yüreğimiz de...
Çünkü kendimize "güvenimiz" yok.
Korkuyoruz...
Karşılaşmaktan...
Ötekiyle...
"Karşıt"ımızla.
***
O halde yaşamak için tek olmak lâzım.
"Tek"leşmek...
Tekleştirmek kalabalıkları.
Sürü yapmak...
Sürüleştirmek...
Öyleyse "Yaşasın faşizmimiz!.."
http://www.zekaigorgulu.com/?Syf=22&Mkl=
Hiçbir değer ve ahlak sistemine saygısı bulunmayan kapitalizmin ve kapitalist kültürün sınır tanımayan bir özelliği var. Kapitalist bir toplumda/sistemde insanlar anlam ve bilgeliklerin farkına varmadan yaşarlar ve öylece ölürler. Modern-kapitalist-seküler dünyada, bilim/sanat/edebiyat/estetik/siyaset ahlaki sınırlardan rahatsız olur.
İnsanlar, sınırlarının farkına vardıklarında insan olur. Gerçek akıl, sınırlarının bilincinde olduğunda akıl olur. Sınırlarının farkında olmayan birey, sınırlarının farkında olmayan toplum/ekonomi/siyaset/bilim/kültür/edebiyat/sanat, düpedüz büyük bir küstahlıktan ibarettir. Doğru ya da haklı gibi tanımlara ihtiyaç duymayan bir dünyada, bilim de bir ideoloji gibi algılanıyor. İdeolojilerin hiçbir şekilde bütüncül açıklamalar yapamadığını hatırlamak gerekiyor. Her ideoloji, ancak, bir tahakküm sistemine dönüşerek etkisini sürdürebiliyor.
http://yenisafak.com.tr/yorum-haber/kimliklerin-istikrarsizlasmasi
DERSHANE MESELESİ YAHUT HABBEYİ KUBBE YAPMAK
Bir öğretmen için en büyük mükâfat, gayretinin semeresini görmektir. Şu anki dershaneli sistemde çileyi çeken, öğrenciyi yetiştirenler okullardaki öğretmenler, meyvesini devşirenler ise dershanelerdir.
http://yenisafak.com.tr/yorum-haber/dershane-meselesi-yahut-habbeyi-kubbe-yapmak-15.12.2013-593077
DERSHANELERİN GÖLGESİNDEKİ OKULLAR
Şimdi eğri oturup, doğru konuşalım.
Dershaneler acaba hangi okullardan gelenlere üniversite "kazandırıyorlar?"
Hangi sosyal gruplardan?
Meselâ dershaneler hangi liselerden gelen öğrencilere tıp, hukuk, mühendislik "kazandırıyorlar?"
Söyleyelim:
Tartışmasız en çok fen liselerinden gelen öğrencilere...
Fen liselerini Anadolu liseleri takip ediyor.
Yani iyi eğitim-öğretim veren okullardan gelen öğrencilere...
Bir başka ifadeyle, sayısal ve sosyal zekâsı yüksek olan öğrencilere...
Kazanması kesin olanlara...
Bu öğrencilerden de düşük ücretler alınıyor.
Hatta ücretsiz...
"Seçme" sınıflarda hem de...
Reklâm için...
Yapılan tek şey, öğrencilerde var olan bilgiyi test sınavında kullanmayı öğretmek.
Binlerce soruyla.
On binlerce...
***
Peki diğer öğrenciler?
Meslek liselerinden gelenler?
Şehrin kenar liselerinden...
Kenar mahallelerinden?
Onlar da dershanelerin "finansörleri"...
http://www.zekaigorgulu.com/?Syf=22&Mkl=605291&pt=
Unutulan yıldönümü
(Murat Bardakçı)
...
Bunun yanında daha da önemli bir başka tuhaflık ettik, binlerce seneden buyana konuştuğumuz dilin ismini değiştirdik, yani "Türkçe"yi "Osmanlıca" yaptık ve böylece anadiline yepyeni bir isim veren dünya üzerindeki tek millet olduk!
Adını değiştirdiğimiz ama bildiğimiz Türkçe olan lisanı geçmiş devri kötülerken "Osmanlıca" diye yerin dibine soktuk; milletin kafasını eski harflerin çok zor olduğu, halkın bu yüzden cahil kaldığı ve okur-yazarlığın Latin alfabesi sayesinde kanatlandığı gibisinden hayalî senaryolarla doldurduk...
Ve bütün bunlar yapılırken, bir Allah'ın kulu çıkıp da "Japon, Çin yahut Hint alfabeleri çok kolay olduğu için mi adamlar hâlâ kullanıyorlar?" diye sormadı!
http://www.haberturk.com/yazarlar/murat-bardakci/891084-unutulan-yildonumu
ÇILGINLAŞAN PROJELER
Bu şehrin trafiğinin halka vaadettiği tek şey cinnettir...
Ve halkı bu cinnetten kurtarmaya talip olanların başvurabilecekleri tek şey de her halde "çılgınlık"tır...
Ya çılgınlaşacaksınız...
Ya da çıldıracak...
Eğer ortada bir çılgınlık varsa, bir çılgın düşünce, dolayısıyla da çılgın proje, anlıyoruz ki önceden öngöremediğimiz, çözmeyi akledemediğimiz ya da ötelediğimiz birikmiş sorunlarımız var.
***
Kararsızım...
"Çılgın" projelere sevinmeli miyim, yoksa bu günün insanını çılgın düşünceler, çılgın projeler üretmek "zorunda" bırakan geçmişime üzülmeli miyim?
Geçmişime...
Geçmişimin mimarlarına...
Siyasetçisine...
mühendisine...
şehir plancısına...
Yöneticisine...
***
Kızıyorum...
Bu şehrin bu hale geleceğini kırk-elli yıl öncesinden öngöremeyenlere kızıyorum.
Vadinin en dar yerinde böylesine bir yapılaşmayı ve dolayısıyla nüfus yoğunlaşmasını plânlayanlara...
Ve buna engel olmayanlara...
sessiz kalanlara...
bizlere...
kendimize...
kendime...
http://www.zekaigorgulu.com/?Syf=22&Mkl=603206&pt=
GAYYA KUYUSU
Ramazan YILDIZOĞLU
İnsan bu şehirde yaşarken kararsız kalıyor; acaba gerçekten Necip Fazıl'ın mısralarındaki gibi “Güleni şöyle dursun ağlayanı bahtiyar bir şehir midir? Yoksa Jana Seyda'nın İstanbul Denizin Yok Senin şiirindeki gibi soğuk bir çehre mi vaat ediyor?” Yalnızca bir denizin gölgesi var gözlerinde/bahtın gibi kara ve hatıralardan birkaç dalga/gelinlerinin gözyaşı gibi kara/Sahilin soğuk çehren gibi…/Haberin var mı yaseminlerden, yanmış/kumlarının içinde cansız gövdeleriyle duran. Edirnekapı otobüs durağında bekleyenler ‘Allah rızası için kabristana çöp atmayın' yazısıyla karşılaşıyorlar, çünkü bekleyenler ya da yoldan geçenler nasıl olsa duvarın arkasında kalıyor zannıyla her şeyi mezarların üstüne atabiliyor.
Metrobüse bindiğinizde şarkısını dinleyerek oturan genç insanların önünde sağa sola savrularak ayakta durmaya çalışan yaşlıları görünce ne düşüneceğinizi bilemiyorsunuz. Bu şehir yoruyor herkesi evet ama yine de.. diye başlayan cümleler kuruluyor zihninizde. Bunun bizim kültürümüzle alakası yok diyecekken hangi kültür diyecek insanlarla kuşatıldığınızı hatırlıyorsunuz.
http://www.zaman.com.tr/yorum_istanbullularin-gayya-kuyusu_2169709.html
YENİ MÜSLÜMAN TİPOLOJİSİ
Sormadan edemiyorum.
Müslümanlıkla suyu kirletmek arasında nasıl bir ilişki vardır meselâ.
Ya da Müslümanlıkla israf arasında...
İlişki doğru orantılı mıdır, ters orantılı mı?
Örneğin imanımız arttıkça kirliliğimiz de artar mı?
Ya da artmalı mı?
Yoksa Müslümanlaştıkça kirliliğimiz azalmalı mı?
Müslümanlaştıkça israftan da uzaklaşmalı mıyız?
http://www.zekaigorgulu.com/?Syf=22&Mkl=593609&pt=ZEKA%C4%B0
KİRLENDİK
Dünyaya ait olan kimliklerimizi Müslümanlığımızın önüne koyduk.
Türklüğümüz Müslümanlığımızdan daha değerli oldu.
Kürtlüğümüz de.
Sünniliğimiz İslam'ın önüne geçti.
Aleviliğimiz de.
İslam yetmedi bize!..
Allah bu dinin adını "İslam" koymuştu...
Ama biz "İslam"ın önüne hep sünniliğimizi koyduk.
Aleviliğimizi...
Türklüğümüzü...
Kürtlüğümüzü...
İşte kirlenmeni hası...
*** ÖĞRETMENİN GÖZÜNDEN ***
Evet, öğrenciler yokluk çekmeli.
Hasret kalmalı…
sevgiye...
öpücüğe...
ilgiye...
giysiye…
bir süreliğine hiç değilse…
Bu, onlara sabretmeyi öğretecektir.
Sabretmeyi...
Sabır…
Olgunlaştırandır…
pişiren…
kemale erdiren…
http://guzelcocuklar.com/?Syf=22&Mkl=336472
Tanrıya inanan adam olmak kolay.
Ürkek...
Karşı kaldırıma bakıyor umutsuz...
Ulaşılması, geçilmesi imkânsız!..
Önünden geçen sürücülerin gözlerinde gözleri...
Bir merhametliye rastlama umudu duruşunda...
Bir vicdan sahibine...
Nafile...
***
Tutuyorum kolundan...
Titreyen vücudunu hissediyorum. Ürkek...
İşaretle durdurup trafiği karşıya geçiriyorum teyzeyi.
Dudaklarında belki hayatımda duyduğum en sahici dualar.
"Amasyalı yol vermez!" diye bağırıyor trafiğin ortasında ne yapacağını şaşırmış polis memuru bana bakarak. Alaycı...
***
"Amasyalı yol vermez." cümlesi, bir algının ifadesidir.
Amasyalının yarattığı bir algının...
***
Karşıya geçmek için trafiğin durmasını bekleyenler nafile bekliyorlar.
Çünkü bu şehirde karşıya geçmek için bekleyen insanlara yol verme nezaketi gelişmedi maalesef.
Yol verme nezaketi...
Kibarlığı...
Çok az sürücüde var bu asalet.
http://www.zekaigorgulu.com/?Syf=22&Mkl=586255&pt=ZEKA%C4%B0%20G%C3%96RG%C3%9CL%C3%9C&AMASYALI-YOL-VERMEZ-(M%C4%B0)
http://ducanecundioglusimurggrubu.blogspot.com/2012/10/ruyan-ne-ki-kurbanin-ne-olsun.html
OKUMUYORSANIZ TARTIŞMAYALIM
Anlamak...
İnsanoğlunun temel problemi...
Temel sorunsalı...
Hayattaki en önemli çabası "anlamak", "anlayabilmek..."
İnsanı anlamak...
İnsanın insanı anlaması yani...
Olup- biteni...
Batıp-çıkanı... çıkıp-batanı...
Açıkta ve gizlide olanı...
Varlığı...
Varlığın bilgisini...
Bilginin hikmetini
Ve hayatı...
***
"Okumuyorsanız, tartışmayalım!.." der bir düşünür...
Tartışmanın ön koşulu okumak.
Konuşmanın...
İletişim kurmanın...
Anlayabilmenin ve anlaşılmanın...
Okumayanın bilgisi olmaz...
Bilgisi olmayanın da fikri...
http://www.guzelcocuklar.com/?Syf=22&Mkl=583145&pt=
OLİMPİK NEFRET
Neden peki?
Neden insan, ülkesi uluslararası bir organizasyonu kaybettiğinde sevinç çığlığı atar?
Sonuca üzülenlerin üzülme nedenleri ortada:
"Şunun şurasında bir İstanbul anlatacaktık dünyaya." diyorlar.
"İstanbul Modern'deki Otoparkçı Ali, yıllar sonra gömleğini üstten iki düğme daha ilikleyecekti."
Yeşilköy'deki pansiyoncu Remzi o sabah camları tertemiz edecekti. Balkonları yıkayacaktı."
"Mezarından kalkıp Atilla İLHAN, 'Ulan İstanbul bu sen misin?' diyecekti."
Evet üzülenlerin dünyaya anlatacakları bir İstanbul hayalleri, bu işi yapabileceğimize dair bir iddiaları vardı.
Bir öz güvenleri.
Bir meydan okumaları hatta...
http://www.zekaigorgulu.com/?Syf=22&Mkl=572321&pt=
KUŞATILAN ÇOCUK (II)
Ah bir düşse çocuk, bir kalkma hikâyesi de olacaktır.
Ama hayır, ola ki düştü çocuk, kaldırır anne düştüğü yerden çocuğu.
Acıyan yerini öper.
Bir de düştüğü yeri döver eliyle!
Düşmenin kötülüğüne yorar çocuk olayı.
"Düşmenin" kötülüğüne.
Ve "düşürenin..."
Çelme takanın ...
Hep düşürendir hatalı olan!..
"Düşenin dikkatsizliğini" saklamaktan başka ne işe yarar ki bu.
"Düşmek"ten kendine bir ders çıkarmak yerine düşürene lanet yağdırmak ne ne kolaycılıktır.
***
Her düşme bir "tecrübedir" oysa.
Tecrübenin diğer adıdır düşmek.
Bir daha "düşmeme"nin garantisi...
Hayat, düşüşlerimizle kalkışlarımızın toplamından ibarettir.
http://www.guzelcocuklar.com/?Syf=22&Mkl=579144&pt=ZEKA
KUŞATILAN ÇOCUK (I)
Büyür çocuk.
Çeker elini annenin elinden hırsla.
İnatla...
"Tek başına" yürümektir derdi.
Bırakmaz anne...
Ya düşerse!..
Oysa "kalkmak için düşmek de gerekir."
Ah bir düşse çocuk, bir kalkma hikâyesi de olacaktır.
http://www.guzelcocuklar.com/?Syf=22&Mkl=575678&pt=
Bugün de herhangi bir Batılı insan kurşunla vurulmadı.
Dünya barış dolu bir günü daha geride bırakıyor!...
KENDİ HALKINDAN DÜŞMAN YARATMAK
Ya bölücüydük, ya da şeriatçıydık rejimi yıkacak.
Ya da komünisttik devletin "müesses nizamını" değiştirecek.
Devletin ulusalcı ideolojisi dönem dönem kendi halkından düşmanlar "icat" etti.
Yarattı hatta.
Devletin bu "yıkıcılar" üzerindeki baskılarına "göz yumduk" o nedenle.
Öldürülmelerine...
Gözlem altındayken "kayboluşlarına..."
Darağacında boyunlarına yağlı urgan geçirilen gençlerin sallandırılmalarına sevindik, ya da üzüldük.
Başbakanların ve bakanların "sallandırılmalarına" da...
Bu ülkenin dağlarında kırk yıl süren savaşta da "taraf" olduk.
Ölen kırk bin gencimize hep birlikte ağlayamadık.
Kendi "tarafımızın" şehidine ağladık.
Komşumuz üzülürken biz sevinebildik.
Biz üzülürken komşumuz "Oh olsun!" diyebildi.
Devletin rejim ve bölünme korkusu ortak üzüntülerimizi elimizden aldı.
Ortak sevinçlerimizi de...
Düşman etti bu memleketin evlatlarını birbirine.
http://www.zekaigorgulu.com/?Syf=22&Mkl=569701&pt=
BİR BEN VARIM BİR DE ÖTEKİLER
Bir ben varım.
Bir de ötekiler...
Karşı taraftakiler...
Karşıdakiler...
karşıtlarım.
düşmanlarım!..
***
Bir benim doğrum var.
Benim gibi düşünenlerin doğrusu.
"Kendim"e benzeyenlerin.
Kendim"e benzettiklerimin...
Kendilerine benzediklerimin ya da.
***
Tek benim partimin doğrusu var.
Benim ideolojimin.
Mezhebimin.
***
"Sen" olabilenlerin, ötekilerin, karşıtların, karşıda olanların kaçınılmaz kaderi, "yanılgı" içinde olmaları!
Yanlışla malül olmaları!..
Aptallıkla!..
http://www.zekaigorgulu.com/?Syf=22&Mkl=568806&pt
KUYULAR YUSUF DOLU AĞLAYACAK YAKUP YOK
Can çekişen Habillerle dolu Ortadoğu.
Boğazlanan Habillerle.
Kimyasal gazlarıyla nefessiz bırakılan Habillerle.
***
Müslüman illerinde ağabeyler kol geziyor.
Yusuf'u kuyuya atan "ağabeyler"...
Kuyular Yusuf dolu.
Kuyudaki Yusuf'lara ağlayacak Yakup yok.
***
Ya Yusuf'u kuyuya atan ağabey rolündeyiz ya da kuyudaki Yusuf!
Ya Kabil'den yanayız ya da Habil'den.
Yerde çırpınan, nefessiz yatan bebelere bakıp, "Ama" ile başlayan cümleler kuranlar bilmeliler ki kendileri Kabil'in ta kendileridir. Kuyuları Yusuflarla dolduranların ruh ikizleridir onlar.
http://www.zekaigorgulu.com/?Syf=22&Mkl=566006&pt=ZEKA%C4%B0%20G%C3%96RG%C3%9CL%C3%9C&KUYULAR-YUSUF-DOLU-A%C4%9ELAYACAK-YAKUP-YOK
MAVİ ALAY
Ruslara teslim edilecekleri haberi üzerine kadınlar çocuklarının ellerinden tutup, Drau Nehrinin azgın sularına bırakırlar kendilerini.
Onların ardından aileler gruplar halinde ve dualar eşliğinde nehrin girdaplı sularına atlarlar.
Bir hafta içinde 7000 Kırım Türkü'nün 3000'i bu şekilde intihar eder.
http://
Dünya "korkak"ların artık.
Korkakların...
Korkanların...
Hem de çocuklardan!...
Korkaklar öldürür.
Korktuğunu öldürür insan.
"İnsan" sözcüğünü geri alıyorum.
Yerine ne koyabileceğimi de bilmiyorum.
İnsanlık bu patolojiye henüz bir ad takmadı.
Bu "sapkınlığa", bu "bozulmaya" bir isim bulundu mu bilmiyorum, duymadım.
"Vahşet" sözcüğü, "hayvanlar" için bir masumiyetin ifadesi.
"Hayvanlar" için...
Sadece hayvanlar için.
Kur'an "esfele safilin" diyor.
"Aşağılığın aşağısı"...
***
"Kürtler öldürülüyor." çığlığı ne kadar da boş ve anlamsız.
"İnsan" ölürken.
"İnsanlık" yeryüzünden çekilirken hem de.
İnsanlığın tüketildiği bu dünyada Kürt ya da "başka şey" olmanın ne anlamı var.
Orda öyle cansız yatan çocuk bedenlerine bakarken, "Acaba bunların etnik kimliği nedir? diye sorabilmek "ağır" gelir insana.
İnsan olana...
***
"Bütün çocukları öldürseniz de elbet bir Musa sağ kalacak. Ve o Musa Firavun'un ellerinde büyüyecek."
Yusuf KAPLAN:
Yer'iniz, bakış'ınızı belirler, yâr'ınızın ve yarın'ınızın şarkısını besteler
Bu dünyaya bir şey söyleyeceksek, söyleyeceklerimizi küre ölçekli bir spektruma yayarak söyleyebilmeliyiz.
Söyleyeceklerimiz, bütün insanlığın ve varlığın sorunlarını ihata edecek nitelikte ve kapsamda, kavrayabilecek derinlikte ve çapta olmalı.
http://yenisafak.com.tr/
İtikaf...
Allah'a kavuşma macerası kulu Muhammed'in...
Ve kullarının...
***
Hira...
Allah'ın, kulu Muhammed'le konuştuğu yer...
Kulu yalnızken.
Mağarada.
Yalnız...
Şehirden uzakta. pazardan, paradan, şehvetten...
***
Ekmek ve su tek azığı...
Yaşamak için ihtiyaç duyduğu tek şey.
Ayakta kalabilmek için.
Ekmek ve su...
Günlerce bekleyiş Sevgili'yi
Ramazanın tek ve biricik kârı.
Vuslat...
(d.cündioğlu)
YAP-BOZ OYUNU (I)
Asfaltı dökeriz önce, yağmurda göllenen yer olursa keser çukurlaştırırız!..
Bir kanalcık açar, biriken suyu bir yerlere göndeririz elbet!..
Sonra dökülen asfaltın ortasında çukurcuklar... baca kapakları yani...
Şoförlerin son anda fark edip, ani direksiyon hareketleriyle savuşturduğu...
***
İlkokul bahçeleri şehrin merkezinde... daracık... ve beton... ve bom boş...
Ne oynamak için oyun köşeleri, parkları teneffüslerde... Ne de aletler...
Beton üzerinde iki kale direği... iki de basket potası... o kadar...
Altı-yedi yaşlarında öğrenciler... yüzlerce... çılgınca koşan.
Ve her öğretim yılında çatlayan ya da kırılan kollar... bacaklar...
***
Koca koca yetişkinler vaz geçmeliyiz yap-boz oyunu oynamaktan...
"Çağdaş plânlamacılık" denen şeyin varlığından haberdar olmalıyız.
"Günü kurtarma" ilkelliğine feda etmemeliyiz bu ülkenin geleceğini.
Dalga geçmemeliyiz insan zekâsıyla... aklıyla...
Devamı için :
http://www.yesilirmakgazetesi.com/Kose-Yazilari-detay.asp?id=374&Yazi=YAP-BOZ%20OYUNU%20%20-I-.yhtml
HANİ İSLÂM BARIŞ DEMEKTİ
Hani bir adı da barıştı İslam'ın!
Huzurdu!
Teslimiyetti Allah'a.
Kardeşlikti hani.
Yaşatmaktı insanı.
Ve insanlığı.
Hani bir kişiyi öldüren tüm insanlığı öldürmüş olurdu.
Bir kişiye can veren de tüm insanlığa can vermiş olurdu hani!..
http://www.zekaigorgulu.com/?Syf=22&Mkl=556725&pt=ZEKA%C4%B0%20G%C3%96RG%C3%9CL%C3%9C&HAN%C4%B0-%C4%B0SL%C3%82M-BARI%C5%9E-DEMEKT%C4%B0
ŞEHRİ DÜŞÜNMENİN KONUSU YAPMAK
Beş yüz yıllık camilerimiz hala ayakta ve sağlam.
Hizmet etmeye devam ediyor.
Ömre bakın...
Beş yüz yıl...
Yıkılan Amasya Lisesi'nin ömrü ise elli yıl sürdü.
Elli yıl...
Niçin yıkıldı?
Ekonomik ömrünü mü tamamladı?
Fonksiyonel mi değildi?
Mimari açıdan ucube miydi?
Yoksa şehre meydan kazandırmak için mi?!..
Bu sorulara verilecek hiç bir cevap ikna edici olmayacaktır.
Oruç, yola çıkmaktır.
Yola düzülmek...
Sevgiliye götüren yola...
Firaktan vuslata bir macera.
Yaklaştıran...
Yaklaştığını hissettiren...
***
Yola çıkmak, yoldan çıkmayı da mümkün kılan bir macera...
Çeldiricisi, engelleyici olan...
Ona rağmen devam etmek yola.
***
Amaç elbette ki aç kalmak değil.
Yüz sürmek eşiğe.
Eşiğine.
Allah'ın.
Sevgilinin.
Kabul etmesi için beklemek orada...
Eşikte...
Sabırla...
İnatla...
Uyumaktır o eşikte...
Rüyasını görmeyi ummaktır.
Cemalini...
http://www.zekaigorgulu.com/?Syf=22&Mkl=548828&pt=ZEKA%C4%B0+G%C3%96RG%C3%9CL%C3%9C&ORUCA-TUTULMAK
ZİHİNSEL YARILMA (2)
Aslında ülke birbirini reddeden iki zihinsel algı arasında ortadan yarılmış durumda.
Birbirinin varlığını hazmedemeyen, reddeden iki blok...
Karşıtını kendisi için tehdit sayan bir yarılmışlık.
Birbirini bedenen değil belki ama ideolojik olarak yok etmek, ortadan kaldırmak üzere konumlanmış iki algıdan söz ediyorum:
Post-modern "bireyci" laikler...
Ve hızla sekülerleşerek merkeze yerleşen muhafazakâr dindarlar.
İki zıtlık...
İki uzlaşmaz çelişki...
Çelişki ancak taraflardan biri yenildiği zaman bitecek.
Ortadan kalktığında hatta!
Yok olduğunda!..
http://www.zekaigorgulu.com/?Syf=22&Mkl=544866
ZİHİNSEL YARILMA (1)
Bir kibri vardı post-modern laik gençlerin...
En akıllıydılar.
En ilerici...
En çağdaş...
En özgür...
En medeni...
***
İktidarın bu post-modern laik gençlerle ilgili düşüncesi de dışlayıcıydı.
Çapulcuydular...
vandaldılar...
camide içki içen...
sarhoş...
ayyaş...
hain...
provokatör...
ajan...
faiz lobisinin uşakları...
http://www.zekaigorgulu.com/?Syf=22&Mkl=542371&pt=ZEKA%C4%B0%20G%C3%96RG%C3%9CL%C3%9C&OTOR%C4%B0TERLE%C5%9EEN-%C3%87O%C4%9EUNLUK-%C4%B0KT%C4%B0DARI-VE-Z%C4%B0H%C4%B0NSEL-YARILMA-%281%29
ÇOCUKLARIN ŞEHRİ NEREDE
Biz yetişkinlerin avuçlarından kayıp giderken hayat, minik yürekler daha bir avuçlamakta, sahiplenmekte hayatı.
Avuçlarımızdan kayan dünyayı...
Kirlenmiş...
savaşan...
çatışan...
***
"Betonlaşmış" okullardan, evlerine, beton kutucuklarına bir kaç aylığına hapsolacaklar yine.
Zira bu şehrin "yetişkinleri", çocuklarına çocukluk vadeden, çocukluğun yaşanabileceği bir şehri inşa edemediler.
Edemedik...
Yeşilini hoyratça yok ettiğimiz toprağın üzerine dikiverdik apartmanlarımızı. Sitelerimizi. Villalarımızı.
Yeşili yok apartmanların, sitelerin...
Ağacı yok...
Oyun alanları da...
Dolayısıyla çocuk çığlıkları da...
http://www.zekaigorgulu.com/?Syf=22&Mkl=538878&pt=ZEKA%C4%B0%20G%C3%96RG%C3%9CL%C3%9C&%C3%87OCUKLARI-%C5%9EEHRE-%C3%87A%C4%9EIRMAK
ŞEHRİN GERÇEK SAHİBİ
Şehir, kozmopolites üzerinden inşa eder kendini.
Farklılıklar üzerinden...
Çeşitlilik üzerinden...
Ve zıtlıklar...
Yüksek düşünceyi, yüksek sanatı, yüksek ahlâkı yaratan da bu çeşitliliktir.
***
Bu nedenle herkesindir şehir.
Herkesin...
Delinin ve velinin.
Dindarın ve ateistin...
Tekkenin ve medresenin.
Sarhoşun ve ayyaşın da...
Müslüman'ın ve gayr-ı müslimin...
***
"Bir tek iktidar yoktur.
Tek boyutluluk.
Her halukârda farklılıklara hürmet vardır çünkü." der Dücane CÜNDİOĞLU 'Tanrı'yı Şehre Çağırmalı' başlıklı makalesinde.
http://www.zekaigorgulu.com/?Syf=22&Mkl=534826&pt=ZEKA%C4%B0%20G%C3%96RG%C3%9CL%C3%9C&%C5%9EEHR%C4%B0N-GER%C3%87EK-SAH%C4%B0PLER%C4%B0
HOYRATLIK
İş yapma şeklimiz hoyratça!...
Maalesef...
Yaptığı işe "kendine mesafelenerek" bakamama hali...
Kendine mesafelense eğer, "öteki"nin yani diğer ülkelerin aynı işi nasıl yaptığını görecek.
"Kentliliği" öğrenecek.
Kent soyluluğu...
Kentliliğin felsefesini.
"Modern" kentin nasıl inşa edildiğini.
Ve medeniyetin...
***
Hizmet eden, hizmet edileni çıkarmışsa gündeminden, yapılan bir "kentli" tavrı değildir.
Olsa olsa bir göçerlik halidir.
Göçebelik hali.
Bedevilik...
http://www.zekaigorgulu.com/?Syf=22&Mkl=531125&pt=ZEKA%C4%B0%20G%C3%96RG%C3%9CL%C3%9C&HOYRATLIK
ROL MODELLERİMİZ YOK(MU) ARTIK
Nimet...
Yaratılmış her şey.
İnsanların yararına...
Allah’ın insanlara bir “iyiliği”…
***
Bu ülkenin sofralarından günlük on beş milyon nimeti/ekmeği "çöpe" gönderen anne-babaların çocuklarına kızamıyoruz maalesef.
Nimete olan "hürmeti" bu ülkenin çocuklarının ruhuna aktaramayan, aşılayamayan bir toplumun, çocuklarına kızma hakkı olmasa gerek.
YENİDEN YAPILANMA (2)
Son otuz yıldır sivil siyaset, halkı devletin merkezine taşıdı.
Halk merkeze taşındıkça devletin ulusalcı yanı törpülendi.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti "Osmanlı" refleksiyle hareket ediyor artık.
Etmeye çalışıyor.
Mecburen…
Zorunlu olarak…
Barışmaya çalışıyor "iç düşmanlarıyla."
Dindarlarıyla. Alevileriyle.
Bu coğrafyanın kadim halkı olan Kürtler'iyle.
Belki zorla gönderilen ve mallarına el konulan Rumlar’ıyla…
Hatta Ermeniler’iyle.
***
Bu toprağın kadim halkları barışmadıkça bu ülkeye huzur gelmeyecektir.
Türkiye bunu konuşuyor şimdi. Konuşmaya çalışıyor. Zor olsa da bunu yapmak zorunda…
Herkesin “kendi kalabildiği” bir yaşamı üretmek, herkesin “kendi kalabildiği” bir ülke-devlet yapılanmasını gerçekleştirmek mecburiyetimiz vardır.
http://www.zekaigorgulu.com/?Syf=22&Mkl=525085&pt=ZEKA%C4%B0%20G%C3%96RG%C3%9CL%C3%9C&YEN%C4%B0DEN-YAPILANMA-%282%29
YENİDEN YAPILANMA (1)
Yüz yıllık bir suskunluktan sonra yeniden konuşmaya başladık.
Tekrardan...
Unuttuğumuz tarihimizde olduğu gibi.
Gerçek kimliklerimizle.
Susturulmuş yanlarımızla...
Bastırılmış...
***
Farklılıklardan tehdit üreten bir rejim inşaa ettik geçen yüz yılın başında.
Ve hep korktuk yıkılmaktan.
Bölünmekten...
Yıkacak ve bölecek olanı da kendi "içimizden" ürettik.
İç düşmanlar yarattık.
İçimizden...
Kendimizden...
"İnançlarımız" düşmanı oldu yeni rejimin!..
Dindarlığımız...
mezhebimiz...
ideolojimiz...
dilimiz...
http://www.zekaigorgulu.com/?Syf=
ÇATIŞAN DEĞİL YAZAN ÜNİVERSİTELİLER
Gençler...
Koşanlar...
Hep ileriye.
Durmadan.
Bakmadan geriye.
Geçmişe... geçmişine...
"Çünkü" der Fransız düşünür: "Gençlerin muhafaza edecekleri bir geçmişleri yoktur. Buna mukabil elde edecekleri kocaman bir gelecekleri vardır..."
Geleceği ele geçirme, elde etme, geleceğe hükmetme arzusu radikal yapar gençleri.
Bu yüzden radikaldir gençler.
Bitirirler, yeniden başlarlar. Yıkarlar, yeniden kurarlar.
Ve gelecek hep onların elinde şekillenir.
İyi ya da kötü.
Ama çoğunlukla iyi. Genellikle...
http://www.zekaigorgulu.com/?Syf=22&Mkl=513556&pt=
GEÇMİŞİ OLMAYAN ŞİMDİ
Cumhuriyetle birlikte üretilen "Türkçülük", geçmişi olmayan bir "şimdi"dir.
Geleneği olmayan...
O nedenle de tarihsel hafızası ve derinliği olmayan...
Osmanlı'dan bihaber "Türkçülük"tür sözünü ettiğim.
Osmanlı, cumhuriyetçi ideolojinin değil, Anadolu'da yaşayan tüm halkların "geçmişidir".
Ve Selçuklu...
Ve Ahmet Yesevi'nin alperenleri...
Mevlana... Yunus Emre... Hacı Bektaş...
***
Evet cumhuriyet dönemi "Türkçülüğü" Osmanlı'yı tanımıyor.
Selçuklu'yu da...
Selçuklu'nun ve Osmanlı'nın bu coğrafyanın kültürel çeşitliliğiyle kurduğu ilişkiyi de bilmiyor Cumhuriyet dönemi "Türkçülüğü"...
Bilmiyor değil, reddediyor aslında.
Reddediyor Osmanlı'nın bu coğrafyanın kültürel çeşitliliğiyle kurduğu ilişkiyi.