• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
Üyelik Girişi
ANI ÖYKÜLERİM

SOĞUKTAN DONSANIZ BİZE AYIP DEĞİL?

24 Temmuz 2010

Tipi, insana gözünü açtırmayan, bastığı yeri, iki adım ilerisini göstermeyen,  nefes aldırmayan, bu vesileyle de yol şaşırtan, insanı olduğu yerde döndüren ve donduran bir  afet… Günlerce kimsenin dışarı çıkamadığı, bir birine gidip gelemediği, dışarısının insansızlaştığı zamanlardı. Neredeyse penceresi dahi olmayan karanlık  damlarda, tipiden, tipinin ıslığından, yaşam vaadetmeyen dışarıdan  yalıtılmış, gömülü bir hayatın içinde insanlar…

Üç gündür süren tipi nedeniyle okul yok. Odamızdan sınıflara geçip, bahçeye bakan pencerelerden dışarısını gözlüyoruz. Dışarıda bahçe, bahçeye ait  duvarlar ve duvarların ötesindeki köy, tipinin yarattığı kül rengi koyuluğun derinliği içinde kaybolmuşlar adeta.  Tipinin oraya buraya yığdığı kar, sınırları belirsizleştirmiş.

Okulun dış kapısı çaldı. Açtım... Eşref kapıda titriyor:

“Donacağız!” dedi. “Yakacak kalmadı.  Çocuk ölecek.” Donmuş yüz hatları korkutuyor. Çaresizliğin, yalnızlığın, hiç bir gönülde yer bulamamanın yarattığı anlamsız bakışlar yardım dileniyor.

Öğrencilerin sınıfı ısıtmak için hergün  ellerinde getirdiği tezeklerden artanla  idare edebileceğini mi düşünmüştü de yakacak almamıştı, ya da köyde yakacak mı bulamamıştı, bulmuştu da pahalı diye mi almamıştı bilmiyorum…

“Telaş yapma.” dedim. “Her şeyin bir çaresi vardır. Sen şimdi evine git.”

Giyindim. Tiftik kalpağı başıma geçirdim. Atkıyı, ağzımı ve burnumu kapatacak şekilde doladım doladım…

Daha kapıyı açar açmaz, havada savrulan karın vücuduma doluştuğunu dondurucu bir ürpertiyle hissediyorum. Sert rüzgarın yerden kaldırdığı kar, havayı doldurmuş, hava değil kar soluyorum sanki. Tipinin, beni, çıktığım okul binasına gerisin geri öyle bir itişi var ki…

Böyle havalarda ihtiyar, işe yaramaz köpeklerin, köye inen kurtlar tarafından götürülmesi için dışarı, köy meydanına bırakıldıkarını köylülerden çok duymuştum.

Okul bahçesinin güneyindeki köy meydanını, dura dura, döne döne, savrula savrula  geçip, evlere, evlerin bahçelerindeki tezek galaglarına vardığımı hissediyorum. Ulaştığım tezek yığınlarından birinin altındaki küçük delikten içeri girip, karanlıkta el yordamıyla tezekleri çuvala doldurdum ve çıktım. Havada delicesine savrulan kar taneleri nefesimi kesiyor, soluk aldırmıyor, göz açtırmıyor. Meydanda çılgınca savrulan,  dönen,  göğe çıkan, gökten yere çakılan tipi ve içinde ben…

Lojmanın kapısı önüne koydum tezek dolu çuvalı ve sadece kapıyı çıtlatıp, açanlara görünmeden, bahçeden okula doğru tipinin içinde yittim…

Demiş ki öğrencim Melehat babasına:

“Vallah baba, bizim muallim  galağa girmiştir.”

Babası Halo (Halim) da:

“Muallim bize Tanrı misafiridir. İhtiyaç duymasa girmezdi kızım.” demiş. Günler sonra  anlattıydı öğrencim Melahat bunu…

Tipi durmadı.  Dışarıdaki kızılca kıyammetten yalıtılmış hayatlar, toprak damlar içinde büyük bir sükunet içinde devam etmekte. Dışarıya çıkmadan sürdürülebilir bir  yaşam inşa edilmiş sanki.

Bu kez Halis’in bahçesindeki tezek yığınlarından birinin başındayım. Tezekleri doldururken Halo çıkageldi iki oğluyla heryeri derinleştiren kül rengi karanlığın içinden. Uzun yüzündeki çökmüş avurtlarında seyrek, uzun, tel tel, kırlaşmış sakallarını farkediyorum. Göz çukurluğundaki derinliği daha  önceden  fark etmediğime de şaşırıyorum. Derinlikteki göz bebeklerini seçemiyorum.  Soğuk yanığı esmer yüzündeki imayı anlayamayıyorum:,

“Bırak kermeyi Hocam!” diyor. Cümlesinin birazını tipi alıp götürüyor. Tipi o kadar yoğun ki aramızda, Halis abinin yüzü zaman zaman belirsizleşiyor.

“Hayır!” dedim. “Bırakmayacağım.”

“Bırak Hocam!” dedi tekrar.

Sesindeki kararlığı neye yorayım bilmiyorum. Kendisini tanırım. Köyün sessiz, sakin, iyicil adamlarındandır. Konuşurken sesini yükselttiğine hiç rastlamadım. Aramızda oluşmuş bir güvenin var olduğuna inanıyorum. Ama “bırak” derkenki kararlılığını da hiç bir şeye yoramıyorum.

“Vallah kusura kalma Halo! Ben bu tezeği almak zorundayım. Bana değil. Bir yaşında donmak üzere olan bir bebeye… Anladın mı?!”

“Hocam anlamışım!” dedi yine sert ve kararlı…

Dönüp, yetişkin iki oğluna Kürtçe birşeyler söyledi. Çocuklar sisin içinde bir adım gerileyip adeta siliniverdiler. Ve anında ellerinde sepetlerle  sisin içinden tekrar doğdular.

Büyük bir hızla sepetlere tezek doldurmaya başladılar.

“Hocam!” dedi Halis abi. “Sen delirmişsin? Hiç o kadarcık kermeyle insan ısınabilir?” diyor elimdeki çuvalı göstererek. “Siz bize emanetsiniz. Soğuktan donsanız bize ayıp değiiil..?”

Biz konuşurken, doldurdukları sepetleri sırtlanan gençler bir kaç adım ötede kül rengi sisin içinde tekrar siliniverdiler…

Bu sahiplenilmeden “nefsim” kendisini ululayıp yüceltmiş miydi bilmiyorum. Ama bu sahiplenmenin “herkese” karşı yürütülen ve dinle teması olan vicdani bir bakış olduğunu çok sonraları anlayabildim.

Hava Durumu
Saat