• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
Üyelik Girişi
ANI ÖYKÜLERİM

BENİM "GAYRİ RESMÎ" TARİHİM (a.ozınan)

ALIN OZINIAN*

Sıkıntısı, olanlara soykırım deyip dememek değildi, birçok yerde 1915'te olanlara Ermeni soykırımı dediğini okumuştum.

İlk gençliğimden beri hayranı olduğum gazeteci-yazar, beni yaklaşık bir ay oyaladıktan sonra görüşmeyi kabul etmiş ve Türkiye-Ermenistan ilişkileri hakkındaki röportaj bittiğinde artık soruları kendi sormaya başlamıştı. Ağarmaya başlayan sakalını işaret parmağıyla kurcalayarak küçük bir çıkış yaptı: “Biz elimizden geleni yapıyoruz, oldu kabul edilmeli diyoruz, mücadele ediyoruz, peki siz? Sen hiç size öğretilen ‘resmî tarihi' sorgulama gereği duymuyor musun mesela?” Sakince “Hayır.” dedim, “Sorgulamıyorum. Hem de hiç...” Beklemediği bir cevaptı verdiğim. Bugün olsa belki yüzündeki şaşkın ifadenin biraz daha tadını çıkarırdım... “Ben sizin resmî tarih dediğiniz şeyi, sizin gibi, gri Atatürk büstleri, fotoğrafları, hitabeleri ile donatılmış, asker gibi dizilip sabah akşam andımız söyletilen okullarda öğrenmedim.

  “Sizin tarih dediğiniz şey benim büyük ninemin ailesini ve 7 kardeşini gözlerinin önünde katledildiğini gördükten sonra,  6 yaşından itibaren tek başına verdiği hayat mücadelesinin hikâyesiydi.” dedim.  Sesim titremeye başlamıştı. “Ninemim bana ağlayarak anlattıklarını neden sorgulayayım, yalan mıdır sizce?” dedim. Gözleri doldu,  “Haklısın…” dedi. Üniversiteden yeni mezun bir çocuğu hırpalamak için doğru konu seçmediğini anladı gibi gelmişti bana. Eve dönüş yolunda büyük ninem 'küçük yetim kız' haliyle aklımdan çıkmadı.

  Hatırladığı kadarıyla 6 yaşındaydı, Ordu'daki evlerinde 8 kardeşiyle ve güzelliğini tüm hayatı boyunca anlattığı annesi ve güçlü babasıyla yaşayıp gidiyorlardı. Bir gece yarısı kapıları çalındı, dışarı çıkarıldılar, tüm köy halkı meydana toplanmıştı. Çocukları bir kenara ayırdılar, erkekleri bir kenara, kadınları bir tarafa. Güzel ya da güzel sandığı annesini ve güçlü olduğuna inandığı babasını son gördüğü andı bu.  Çocukların boğazına başparmağını sürerek ayıran adamdan bahsettiğinde, her seferinde büyürdü gözleri ninemin... Ben, o anlarda, tüm olanları onun, Martha'nın çocuk gözlerinden görürdüm sanki. Çocukların en küçüğü olan Martha daha küçük çocukların olduğu tarafa götürülürken, artık ağabey ve ablalarını da kaybetmişti. Bir tek kendisinden iki yaş büyük Minas Ağabeyi'nin ne tarafta olduğunu kestiremedi. İki adam Martha hakkında tartışmaya koyulmuşlardı, yok büyük bu, diyordu biri, arka tarafa götür bunu. Yok, diyordu öteki, hatırlamaz bu bir şey, kalsın...

Genç olan gözleriyle bana, “Kaç!” dedi diye anlatırdı ninem. Koşmuş olanca gücüyle, koşmuş, kaçmış. Aç kalmış, yollarda kendinden büyük kızlar ile karşılaşmış. Bazısı topladığı otlardan vermiş yesin diye, bazısı yardım etmiş dereden su içmesine. Ta ki üniformalı bir asker Martha'yı bulup eve götürene kadar. 'Karısı ben hiç sevmedi.' derdi.  Askerin, 'Büyür sana yardım eder, niye istemiyorsun?' diye ikna etmeye çalıştığını anlatırdı ninem. “Döverdi beni karısı, akşam babam gelince, severdi beni, 'Yemek yedin mi?' diye sorardı. Sabah karısı 'Bir daha kucağına oturursan kırarım dizlerini.' diyerek yine döverdi. 13 yaşıma geldiğimde, karısı bana 'Kaçacaksın bu evden.' dedi. Kaçtım, geldim işte buralara...” derdi.

  İstanbul'a geldiğinde 18 yaşında Martha, o geçen senelerde neler olduğunu bilmiyoruz, anlatmazdı susardı. Ama güzel ve becerikli bir kadın olduğu halde fakir ve 3 çocuklu bir adamla evlenmek zorunda kaldığına göre o yılların da parlak geçmediğini anlayabiliyorum.

  Benim büyük dedem Ardaşes, yani Martha'nın yaşlı kocası, Sivaslı. O dönemde sağ kalmayı başarabilmiş oğlan çocuğu, biraz büyüyüp bir Kürt aşiret reisinin kızına âşık olunca, Ermeni'ye de kız verilmeyince, İstanbul'a kaçmak dışında bir çare bulamamış. Ama töre var... Birkaç sene sonra bulmuşlar âşıkları, öldürmüşler Kürt kızını; dedem perişan,  çocukları annesiz... Martha gelmiş eve... “Ben büyüttüm ama beni hiç sevmediler, Ardaşes de sevemedi, aşkını hiç unutamadı. Geceleri anlatırdı bazen karısını özlemle, o ağlardı, ben de ağlardım. Hem benim, hem kocam, hem de kocamın karısı için...” derdi. Anneannem Ardaşes'in son, Martha'nın ilk kızı. İki yetim, iki kaçak Ermeni çocuğun, Martha'nın annesine benzeyen ailenin güzel ve kardeşlerine göre üvey kızı... Bir çocuk doğduğunda “Tüm köyün çocukları öldü, bir tane doğmuş ne olur...” derdi. Kiliseye gittiğimizi duyduğunda “Allah yok, olsaydı bırakmazdı böyle olsun!” diye bağırırdı. Ben küçüktüm, korkardım o bağırışlardan. Deniz kenarlarında dalıp giderdi “Kan aktı derler, kan” derdi... Gözle, kaşla susmasını işaret ederdi büyükler.

  Daha çok hikâye dinledim Martha'dan, çok daha ağır, tahayyül etmesi zor, acıklı hikâyeler. Mutlu olduğu bir anı hatırlıyorum sadece. Ordu'dan gemiyle Rusya'ya kaçabilmiş en küçük ağabeyi Minas'tan gelen mektupları alır koklardı, öperdi. Ermenistan yani doğu Ermenicesi ile yazılmış bu mektuplar çok zor okunur yazılanlar pek anlaşılmazdı. Fotoğraflara bakardı, kendi kanından kalan tek bir insanın yaşadığını bilmenin tuhaf mutluluğu ile. Onu kaybettiğimizde 14 yaşımdaydım, hâlâ bazen acaba şimdi huzura kavuştu mu diye düşünürüm. Doğu Ermenicesini okuduktan sonra tüm mektupları bulup, okuduğumu hatırlıyorum, onun anlayamadığı ve benim ona tercüme etmeye geç kaldığım Minas'ın kızlarının özlem ile tek akrabaları olan halalarına yazdıkları mektuplar.

  Tuhaftır, ninemin anlattıkları, beni düşman etmedi Türklere. Çünkü bugün sokakta gördüğüm Türk'ün, küçük bir Ermeni kızı infaz etmek isteyen adamın mı yoksa amirin emrine uymayıp kaçmasına yardım eden vicdanlı adamın mı torunu olduğunu hiç bilemedim... Ninemi yara bere içinde bulup, besleyen, evine alan, akşamları seven, babacan adamın ve 6 yaşındaki zavallı bir yetimi kıskanabilecek, ona zulüm edebilecek bir kadının torunları ile doluydu yaşadığım şehir. Kimin kim olduğunu bilemediğimden hiç düşman olmadım ben... Resm tarihi, yalan olduğunu düşündüğü kitaplardan okuyan sevdiğim yazar, Türkiye tarihini de, siyasetini de hep sorgulamaya devam etti. Yönettiği gazetede Türkiye'nin gelecek yıllarının aydınlığa kavuşmasına sağlamak için cesurca derin yapılanmaların planlarını yayı^mladı.

  Fakat ben, ninemin anlattığı “gayri resmî” tarihimi hiç sorgulamadım. 6 yaşındaki bir yetim kızın anlattıklarını, gözyaşlarını, hayatının sonuna kadar yaşadığı buhranı, unutmaya çok çalıştığı halde unutamadığı geçmişini sorgulamaya ne vicdanım elverdi ne gücüm yetti benim...

*Ermenistan'da yaşayan araştırmacı, yazar.

Hava Durumu
Saat