17 Ağustos 2009
Okulumuzun bando takımı üç trampetten oluşuyordu ve ben bu üç trampetten birini çalıyordum. Ne büyük mutluluktu.
TBMM’nin açılışının “ellinci yıldönümü” nedeniyle ülke genelinde büyük tören hazırlıkları var. Biz de kasabamızda kutlanacak bayramın provalarını yapmaktayız.
Günlerden Cuma. Kasabalı, köy meydanında bulunan okulun hemen karşısındaki camii önünde yavaş yavaş cuma namazı için çoğalmaya başlıyorlar. Bu arada bayram provası yapan biz öğrencileri de merakla, belki de gıpta ile izliyorlar.
Coşkulu, güler yüzlü kalabalığın alkışları arasında, önde bayrak, ardında Atatürk resmi ve biz üç arkadaş, trampetlerimizi çılgınca çalarak çıkıyoruz okul bahçesinden. En arkada davul zurna (mehter) suskun. Zira cami önündeyiz.
Adettendir, düğünlerde, nişanlarda, bayramlarda davul-zurna, hiçbir zaman cami, okul, karakol, mezar ya da mezarlık yanından geçerken çalınmaz. Sarhoş da olsalar çalgıcılar, bu kuralı hiçbir zaman çiğnemezlerdi.
İşte camiden uzaklaşıyoruz. Arkadan davul ve zurnanın çaldığı “ceddin deden” marşı geliyor kulaklarımıza.
Zurnacı Ömer, askerliğini mızıka bölüğünde yapmış. Bizim bu civarda klarnet ve zurna çalmada onun üzerine kimse yoktu.
“Günah olmasa, ben bu zurnayla ezan bile okurum.”derdi dışarı fırlayacakmış gibi duran göz bebeklerini gururla üzerimizde dolaştırarak.
Biz, üç arkadaş, davulun sesini bastırmak için deli divaneler gibi çalıyoruz trampetlerimizi. Bayrama bir gün kala patlar diye de aklımız gidiyor.
İşte karakolun önünden geçiyoruz. Mehter yine sustu. Ortalık bize kaldı. Keyfini sürüyoruz. Herkes bizim üç trampetten çıkan ritmi dinliyor.
Büyüklerimiz çeşitli hikayeler anlatırlardı karakol önünde çalmaya devam edenler üzerine. Susmadı mı mehter, askerler çıkar, çalgıcıları nezarete atarlarmış. Ya da düğüncüye ceza verirlermiş.
Sığırönü'nden Gatullu Mahallesi'ne, oradan Kayalık'a ve karakolun önünden köy meydanına doğru ilerliyoruz. Köy meydanında kimsecikler yok. Herkes Cuma namazı için camide. Demek ki daha cumadan çıkılmamış. Çıksaydılar bizi köy meydanında beklerdiler. Düşkündü köylümüz böylesi törenlere
Tam köy meydanında, caminin karşısındaki okulumuzun bahçesine yöneliyoruz, mehter susuyor, biz de susturuyoruz trampetlerimizi. Zira herkes camide. Namazlarını şaşırırlar.
Bir öğretmenimiz tersliyor bizi:
“Çalsanıza be! Neden susturdunuz? Devam edin!” diyor. Tekrar başlıyoruz trampetlerimizi çalmaya.
Ve o sırada camiden insanlar çıkmaya başlıyor. Ancak bir tuhaflık var. Cemaat öbekleniyor cami avlusuna.
K… cami bahçesinin ağır demir kapılarını tutan beton direklerden birinin üzerine çıkıyor. Ateşli ve de sinirli olduğu, arada bir bize yönelttiği bakışlarından ve tehdit vari el kol hareketlerinden belli oluyor. Kalabalığın bakışları da onu takip ediyor. Yüksekçe yerden bize doğru baktığında, eliyle bizi, bizim bulunduğumuz köy meydanını işaret ettikçe, kalabalıklaşarak cami bahçesine sığmayan, oradan meydana taşan kalabalığın bakışları da homurtular eşliğinde bize dönüyor.
K… büyük bir çeviklikle, yaklaşık iki metre yükseklikteki beton direkten kalabalığın önüne atlıyor. Yüzü kıpkırmızı, elleri sinirli ve titrek, kalabalığın yönünü okula doğru çeviriyor. Kalabalıktan bağlık, çığlık, tehdit yükseliyor.
Biz çalmaya devam ediyoruz. Kalabalık, sırtlarını okulun duvarına dayamış birkaç öğretmeni çembere alıyor. Biz ne çaldığımızı bilmiyoruz. Bakışlarımız, kalabalığı arasında yitip giden öğretmenlerimizi arıyor. Korkudan titriyoruz.
Bir köy büyüğü yanımıza geliyor:
“Tamam çocuklar, bırakın çalmayı.” diyor, biz duruyoruz.
Öğretmenler, kendini kaybetmiş kalabalığın elinde yitip gidecekken, süngü takmış tam teçhizatlı jandarmalar görünüyor.
İhtişamlı, sert ve seri.
Kurtarıyorlar öğretmenleri...