28 Ağustos 2009
Aşağı köydeki karakola ait Jandarmalar, jeepleriyle, köy ilkokulunun
önünde uzayıp giden meydana yönelmişken, okul bahçesinden kendilerini
izlemekte olduğumu fark edince komutanın içinde bulunduğu jeep bana
doğru yöneldi. Arkasındaki araçlar da onu takip ederek bahçe kapısında
durdular. Araçlarından inenler, komutan önde, koruma pozisyonundaki
jandarmalar da arkada bana doğru gelmeye başladılar. Onların bana
yaklaşmalarını beklemeden nezaketen ben de onlara doğru yöneldim.
“Hocam!” dedi etine dolgun, bol üniforması altında daha da iri ve görkemli
gözüken komutan. “Ömer …..’i arıyoruz. Bir yanlış anlaşılma var. Bizi
şikayet etmiş. Bunun ancak kendine zararı olur.” dedi tehdit kokan bir ses
tonuyla. Siz onu mutlaka görürsünüz. Söyleyin de gelsin, şu sorunu
halledelim. O şimdi buralardadır ama, saklanıyor tabii bulamıyoruz. Size
zahmet olacak.” dedi elini vedalaşmak için uzatırken.
Köy meydanını toz içinde bırakarak uzaklaşan jeepler, düzlüğün sonundan
dereye aşağı inip görünmez olduklarında, hemen evinin alt tarafındaki
kayalıklardan Ömer, üstünde mavi beyaz çizgili pijamasıyla yavaş yavaş,
temkinli yanıma yaklaştı:
“Hiç hırhızın –hırsız- peşinde gezen yoktur. Hep benim peşimdeler.
Tabii kulağım seste. İşkence ağrılarım henüz geçmemiştir. Gözümü uyku
tutmuyor. Köyün alt başından bir makine sesi duydum mu ben doğru evin
altındaki kayalıklara. Göstereceğim onlara! Sıkışmışlar tabii. Bir dilekçe
Erzurum sıkıyönetim’e, bir dilekçe de Milli Güvenlik Konseyi’ne göndermişim
hocam. Tabii hastaneden aldığım işken raporu da ekli. Sıkıyönetim, bu
komutanlar hakkında dava açmış bilirsen? Tutuşmuşturlar hocam. Akılları
sıra beni davadan vazgeçirecekler. Karakolda çektiğimi bir ben bilirim bir
Allah. Ya amcamın ne günahı vardı hocam. Adam gece uykusunda korkuyla
sokağa fırlıyor. Hiç insana böyle zulüm yapılır?” dedi.
Dertliydi… Yaşadıklarına akıl erdiremiyor, anlam veremiyordu.
İki hafta öncesi sabaha karşı, hacet gidermek için ahıra girdiğinde ne
görsün, bir ahır mal yok! Deliye dönüyor. Yel yepelek, yaya düşüyor alaca
karanlıkta yola. Çünkü köyün arabası yok.
Güneş doğdu doğacak, tek katlı, taştan yapılmış, gri rengin hakim olduğu
karakola girdiğinde başına geleceklerden habersizmiş tabii.
“Kim çaldı malını?” diye soruyor komutan sert.
“Bilmiyorum komutan. Bilsem gider alırım.”
“Bilirsin, bilirsiiin!” diyor. Sert ve alaycı.
“Efendim vallahi bilmiyorum.”
Komutan, Ömer’in önünde, elleri arkasında delici bakıyormuş. Tokadı
patlatmasındaki hız Ömer’i hem şaşırtıyor, hem korkutuyor.
“Söyle ulan kim çaldı?”
“Komutanım, çalan ben değilim ki bana vuruyorsunuz.” demişse de ikinci bir
tokatla savrulmuş yere.
“Demek bilmiyorsun ha! Bakalım göreceğiz biliyor musun, bilmiyor musun?
Sen kumarda ver ineği, danayı, sonra da çaldılar diye buraya gel.”
“Ben kumar bilmem.” dedim ama, ağzım bana ait değil gibi. İradem dışında
hareket ediyor. Gittikçe de dudaklarım ağırlaşıyor, ağzıma sığmıyor sanki.
Askerler beni odadan çıkarıp nezarete attılar. Çok geçmedi gelip beni bir
güzel jopladılar. Artık vücudumu da hissetmiyordum.” diyor Ömer utanarak.
Dayak, belirli fasılalarla iki gün sürüyor. Karakoldan çıkamayacağını, burada
öleceğini düşünüyor. Vücudunda yaralar, morluklar, çürükler oluşuyor.
“Komutanım tamam şikayetten vazgeçtim. Davacı falan değilim diyorum
kabul etmiyor. İlle de hırsızın adını söyle deyip, dövüyorlar.
Hangi günde, günün hangi vaktindeyim bilmiyorum. Nezaretin kapısının üst
ortasındaki delik açıldı. Karakolun bulunduğu köyün muhtarıydı. Tanışırdık.
Onu görünce kardeşimi gördüm sandım. Ağladım.
“Ne olur kurtarın beni. Yoksa öldürecekler, çıkamayacağım buradan.”
dedim.
“İşin kötü Ömer. En iyisi para ver kurtul. Yoksa mahvederler seni.” dedi.
“İyi de ben nasıl teklif edebilirim ki böyle bir şeyi.”
“Sen bana parayı getir ben hallederim. Şimdi yapacağın şey, komutandan
izin iste. Hırsızı size bulup getireceğim de. O seni salar. Parayı da o arada
bul bana getir. Gerisini düşünme, deyince dünyalar benim oldu. Bir çıksam
dışarı. İnekten danadan çoktan vazgeçtim.
Komutana, bana izin ver, iki gün içinde hırsızı bulup getireceğim dedim.”
“Akrabalarından bir rehin getirip bırakırsan olur.” dedi.
“Erol abim yaşlı, temiz insan. Onu çağırdım, geldi. Nezarete o girdi, ben
çıktım. Soluğu hastanede aldım hocam. Hemen rapor aldım. Birini Erzurum
sıkıyönetime, birini de Evren Paşa’ya.
Üç gün sonra benim amcayı saldılar bilirsen. Ama amca insanlıktan çıkmıştır
Allah vekil. Çok dövmüşlerdir amcamı hocam. Zaten saftı, şimdi kendinde
değildir. Gece yatıyor, çığlıklar atarak uyanıyor ha! Sonra da vuruyor
kendini sokağa. İşte böyle hocam.
Sana bir şey daha söyleyim hocam: Hani muhtar vardı ya, nezarette beni
ziyaret eden, para ver de kurtul diyen. Meğerse tezgahmış herşey.
Komutanla parayı kırışırlarmış ha.
Sıkıyönetim soruşturma başlatmıştır, bizim amcayı ona sebep bırakmışlar.
Şimdi de beni arıyorlar ki davadan vazgeçem.
Gördüğün gibi hocam heç hırhızın peşinde gezen yoktur. Herkes benim
peşimdedir. Ama görecekler günlerini!..