5 Ağustos 2007
Bi-hakkı Hazreti Mecnun izâle eyleye Hak!Ser’imde derd-i hıred’den biraz eser kaldı.
Yani,
Deliler sultanı Mecnun’un yüzüsuyu hürmetine, bana şifa vermesi için Hakka dua ediyorum, şu akıl belâsından tamamiyle kurtulabilmiş değilim çünkü.
Bizim geleneğimizde delilerin yeri bir başkadır.
Bizde delilere biraz korkuyla, biraz hürmetle ve biraz da sevgiyle yaklaşılırdı.
Her mahallenin bir iki delisi olurdu. İnsanlarımız delilere yiyecek-giyecek verirler, uzaktan da olsa, ürkek ürkek de olsa hallerini hatırlarını sorarlardı.
Hele hele pek korkutucu görünmüyorlarsa mahallenin çocukları hiç durmazlar arkalarından koşarlar, izin verseler, kaçmasalar, yollarını değiştirmeseler hemen yanlarına yaklaşıp bir yandan lâf atarlar, bir yandan da meraklı gözlerle onları izlerler, ne tepki vereceklerini görmek isterlerdi.
Ulaşılmaz, kavranılamaz, anlaşılamaz bir dünyanın insanlarıydı deliler.
Sadece korkulmazdı kendilerinden, onlara gıpta da edilirdi. Onların dilinden ancak yaşlılar anlayabilirlerdi. Eski adıylaBakırköy Tımarhanesi, yaşlı İstanbul hanımefendilerinin düzenli ziyaret ettiği bir türbe gibiydi. Delileri ziyaret etmek, onlara yardım etmek dinî ve insanî bir vazifeydi. Muayyen bir binaya kapatılmalarına, bir mekan içinde tutulmalarına sanki gönüller dayanmazdı, mahkûmiyetlerine rıza verilmemiş gibiydi, serbest olmalılar, halkın içine karışarak istedikleri gibi istedikleri yerlerde dolaşabilmeli, tıpkı tekkelerde olduğu gibi diledikleri zaman girmeli, diledikleri zaman da çıkabilmeliydiler. Çünkü bir zamanlar delilik demek, özgür olmak demekti.
Arapça'da cünun, cinnet veya tecennün sözcüklerinin ikincil anlamları çıldırmak, aklı kaybetmek, delirmek demektir.Mecnun da kısaca çılgın ve deli anlamına gelir. Nitekim cennet, cenin, cân, cin, hatta ecinni sözcükleri de aynı kökten türerler.
Bu kelimenin kökeninde saklanamaz bir gariplik, bir kapalılık vardır. Nitekim cünun hep bir örtülmenin, gizlenmenin, bir garâbetin, bir gariplik hâlinin adıdır, tıpkı tecennün gibi aklın örtülü oluşuna delâlet eder.
Cennet sözcüğü Türkçe'de bahçe demektir ve bahçe, üzeri bitkilerle örtülü toprak parçası anlamına gelir, tarla’nın, çıplak arazinin aksine.
Cenin —malum olduğu üzre— anne karnında saklı, örtülü olan varlıklar için kullanılır, yani bebek değil, çocuk değil, bilakis cenin.
Can ve cin zaten özü gereği —tıpkı cenin gibi— karanlıktadır, insanın müşahedesine kapalıdır, başka dünyalara ait birer yabancıdır.
Cin tanınmayan, bilinmeyen anlamına gelir.
Karşıtı ise tanınan, bilinen anlamında insanın eşanlamlısı olan instir. Ünsiyet'ten türeyen işbu ins sözcüğü tanınmak, bilinmek, ünsiyet peydâ edilmiş olmak mânâlarıyla ilişkilidir. Nitekim ins u cin deyişi tanınan-tanınmayan herkese, her şeye işaret eder.
Ecinni sözcüğünü duyup da bu sözcükteki garâbeti, yabancılığı, karanlık ve korkuyu hissetmeyen var mıdır?
Böylelikle cinnet, cünun, tecennün ve mecnun sözcüklerinin cinlenmiş veya cinlenen anlamına delâlet ettiğine ve aktarım yoluyla, delirmek, çıldırmak, aklı kaybetmek mânâlarında kullanıldığına işaret edilmiş oldu.
Bu açıklamaların c-n-n kökündeki kapalılığı, örtülmüşlüğü, yabancılığı yeterince vurguladığını kabul edip şimdi de cinnet’in, yani aklı kaybedip kara sevdaların sadmesine uğramanın —ki sevda sözcüğü de kara(lık) demektir— ve en nihayet bir mecnun hâline gelmenin niçin bir zamanlar bizim insanımızda hürmet hisleri uyandırdığına atf-ı nazar edelim.
BİR
Önce bir hadîs-i şerif:
Size deli denmedikçe imanınız sahih olmaz.
Evet, önce sözün sıhhatini senedin sıhhatine öncelediğimizi belirtip mecnun olmakla, tecennün etmekle suçlanmış bir nebî’nin ümmeti olduğumuzu hatırlayalım.
Düşünelim bakalım, inanmak, inanç sahibi olmak, vazgeçilemez ilkelere bağlanmak, hüsn-i cemâli için kara sevdalara kapılmak, yola çıkmak, hatta yola çıkmak için yoldan çıkmayı göze almak demek değil midir?
Evet, bir daha düşünelim, inanmak, gerçekte uğruna ateşlere atılacağımız, atılabileceğimiz sevdaların sahibi olmak değil midir?
İKİ
Akıllı, uslu olmak belki size garip gelecek ama aklın üstüne çıkmak isteyenlerin ayağını bağlayan bağ demektir. Akıl, aklın dairesi içinde dolaşacaklar için destek, onun üzerine çıkmayı taleb edenler için köstektir.
Aklı terketmedikçe aklın sınırlarını terkedemezsiniz.
Uslu olmak, gerçekte us sahibi, akıl sahibi olmak demektir. Burası doğru. Fakat unutulmamalı ki "uslu (çocuk)" olmak, aynı zamanda sâkin olmak, kımıldamamak, hareket etmemek, başkalarını rahatsız etmemek de demek.
Uslu olanlar usun sınırları içinde kımıldamadan duranlardır.
Aşk ise harekete geçmeyi, yerinde durmamayı gerektirir.
Bir menkıbe anlatılır. Hacı Bektaş Velî Hz. Mevlana’ya bir elçi gönderip sormuş:
Hakikati bulmadınsa niçin aramıyorsun? Yok eğer buldunsa niçin bağırıp çağırıyorsun?Hz. Mevlana ise şöyle cevap vermiş:
Hakikati bulmadınsa niçin aramıyorsun? Yok eğer buldunsa niçin [benim gibi] bağırıp çağırmıyorsun?
Kişi aradığına kavuşunca mı bağırıp çağırır sadece?
Elbette hayır!
Kişi hakikat aramak için, hakikati bulmak için, bizatihi hakikat diye diye hakikat için de bağırıp çağırır.